Tarihte kırılma noktası Çin ve Batı'nın Dünya hakimiyetinin başı ile sonu

19. Yüzyılın ilk otuz yılında, "Dünyanın en büyük imparatorlukları" dendiğinde akla Batılı ülkelerden önce Çin'deki Qing imparatorluğu geliyordu. Dünya'da kendi düzenleri içinde yaşayan ve Batı'da sivrilen Britanya İmparatorluğuyla eş değer imparatorluklar kısalistesinde Osmanlı Hanedanının yönettiği Türk İmparatorluğu da vardı. Kendi kendine yeten ve Dünya'yı sömürgeleştirmeyi hiç düşünmemiş Çin imparatorluğunun en uzun yüzyılının ikinci yarısı tam bir kabus ve Dünya için bugünleri belirleyen bir kırılmanın ifadesiydi. Türkler, aslında haklı (ama bugünkü Dünyanın özellikleri nedenniyle haksız) olarak sadece kendilerine ve kendi tarihlerine baktıklarından, İmparatorluklarının nasıl paramparça olduğunu tekrar tekrar okuyadursunlar, paramparça olan tek imparatorluk Türklerinki değildi.
    Tarih ilerliyor ve Batı'nın Dünya hakimiyeti aşınıyor, onun boşalttığı yerlerde şimdilik bir kaos ve barbarlaşma yaşanıyor, ama bu geçici durumun yeni bir çokkutuplu Dünya Düzenine doğru evrilmekte olduğunu anlamak gerekiyor. Türklerin kendi özgün Dünyalarını kurmaları açısından da önem taşıyan bu önemli duruma dikkat çekerken, Batı'nın Dünya hakimiyetinin kurulmasında önemli saydığım 19. Yüzyılda yaşanmış tarihi bir gelişmeyi kısaca aktarmak istiyorum.
Nisan 1848'de Çin'den Londra'ya gelen Çin cönkü Qiying
    Batı'nın Dünya hakimiyetini yitirme perspektifi bugün nasıl kesinse, kurulduğu dönemde Batı'nın tüm Dünyaya etkiyip onu kendi özellikleriyle donatması ve Dünyayı değişitirmesi doğal bir kesinliğe sahipti. Bunun sadece bir savaş meselesi olmadığını ve Batı'ya karşı bir düşmanlık meselesi olmaması gerektiğini de özellikle belirtmeliyim. Artık savaşlar değil barışlar çağına giriyoruz ve bu önemli niteliğin belirleyeceği Dünyanın kendine has özellikleri olacak elbette.
    Büyük Britanya'nın kraliçesi Victoria ile Çin'in imparatoru Daoguang arasında hiç bir sorun yoktu. Dünyanın iki ayrı ucunda yaşayan iki Hükümdar, ama şeyi kapitalizmin bayrağı "British East India Company" (BEIC) için söylemek mümkün değil tabii. Aslında olay bugün tüm yalınlığıyla bir film yapılıp oynatılsa, kimse gitmez, çünkü inandırıcı değil -ama son detayına kadar doğru. Şöyle:
    BEIC firması, daha 1615'de, Hindistan'ın yüzde 70'ini yöneten Babürlülerin Mogul Hükümdarı Cihangir Şah'dan, ilk kolonileri için izin aldı. 1718'de vergisiz ticaret (kapitülasyon) izni almadan önce yerleştiği Kalküta'dan sonra Bombay'ı da, kendi ülkesi gibi yönetiyordu. Ve İngilizlerin bu sayede edindiği Çay içme alışkanlığının hammaddesi Hindistan'da toplanıp Britanya adalarına ahşap yelkenli gemilerle gönderiliyordu. İşte olay, BEIC'nin Çin çayını keşfetmesiyle başladı. Firma 1790'larda Çin'den yılda 10 bin tondan fazla çay alıyordu, muazzam kar ediyordu, ama küçük bir sorun vardı. Çinliler BEIC'den hiçbir şey, ama hiçbir şey  almıyorlardı, buna ihtiyaç duymuyorlardı, ihtiyaç duydukları herşeye sahiplerdi! Firma, yabancılara açık tek Çin limanı Guangzhou'ya yanaştığı gemilerine çay yükleyip, karşılığını gümüşle ödüyordu, ama aynı gümüşü geri alabilmeleri için Çinlilere birşey satabilmeleri lazımdı, ama ne?!..
Çin'in Qing İmparatoru Daoguang (1782-1850)
    BEIC'nin buradaki ticari "keşfi", insanlık tarihinin utanç vesikası olarak bugün de Britanya ve Çin'deki müze duvarlarını süslemektedir. British East India Company'nin tesbit ettiği kadarıyla Çin halkının talep ettiği bir tek şey vardı: Afyon. Ve en iyi afyon da Hindistan'da yetişiyordu.
    Hintliler afyonu çiğniyorlardı, sadece biraz hafifmeşrep yapıyordu. İngilizler afyonu, suda eritip çocuklara yatıştırıcı olarak veriyorlardı. Çiğnendiği veya içildiği takdirde afyonun etkisi, bira gibi hafif bir içkinin etkisi kadardı, ama Çinliler, afyonu yakıp dumanını ciğerlerine çekiyorlardı ve dumanın etkisi, içmekle karşılaştırılamayacak kadar büyüktü. Afyon müptelalığı Çin'de hızla yayıldı ve İmparator Daoguang, uyuşturucu madde tüccarı (hatta karteli/tekeli) British East India Company'ya savaş ilan etti -ki, her iyi ve namuslu hükümdarın yapması gereken şeydi. Olayın bundan sonraki filmlik bölümü şöyle: Konu, imparator'un bu iş için görevlendirdiği özel temsilcisi Lin Zexu ile Büyük Britanya'nın ticaret müfettişi kaptan Charles Elliot arasında bir özel meseleye dönüştü. Lin Zexu, -hangi akla hizmetse- Charles Elliot'dan, yakıp yoketmek için 22 bin sandık (yani 1500 ton) afyon istedi. O kadar afyon yanınca bitkinin neslinin mi tükeneceğini düşündü, ya da ne hesabı vardı, bilinmiyor. Bunun üzerine Charles Elliot denen tip, afyon tüccarlarından "yakılmak üzere" bu kadar afyon ister ve şöyle der: "Büyük Britanya devleti, zararınızı karşılayacaktır." Eh afyon baronları da bu söze inanıp afyon sandıklarını hazırlarlar, Lin Zexu sandıkları yaktırır, küllerini de denize döktürür. O dumandan kaç lişinin kafa bulduğu hakkında bilgi yok ama Büyük Britanya'nın Başbakanı Lord Melbourne'ün kafayı bulduğu söylenebilir, çünkü Charles Elliot'un İngiltere adına böyle sözler verme hakkı olmadığı gibi, koskoca Büyük Britanya İmparatorluğu hükümetinin, bir müfettişin verdiği haybeye sözü tutmak gibi bir yükümlülüğü de yoktu, ama tuttu. Afyon kaçakçılarına paralarını hem de faiziyle ödedi. Bununla yetinmeyip Çin'e bir savaş gemileri filosu gönderdi ve İmparatorun afyon tüccarlarının zararını karşılamasını talep etti. O gün düşünülemeyecek bir şeydi, bugün de öyle!
    1839'da Çin'e gönderilen İngiliz savaş gemileri, Çin sahillerinde önlerine çıkan bütün ahşap savaş cönklerini bombalayıp batırdılar. Çin'in bütün savunma sistemi kısa sürede çöktü. Bu savaşa, tarihin ilk demir savaş gemileri katılmıştı. Bir yıl sonra Çin İmparatoru adına, yabancılara açık tek Çin limanı Guangzhou'nun valisi Qiying, Çin'in bütün kapılarını yabancılara açan kapitülasyonları imzaladı. Afyon satışı da alenileşmiş, yani yasallaşmış oldu. İşte o Çinli valinin adını bir cönke veren Hong Kong'lu İngiliz tüccarlar, adeta dalga geçer gibi o cönkü Londra'ya gönderdiler. Şehre gelen ilk Çin usulü ahşap gemiydi, rengarenk boyanmıştı. Pek ilgi çekmiş olmalı! Yukarıda, o zamanlar Britanya gazetelerinde yer almış bir resmini görüyorsunuz.
    Çinlileri hayal kırıklığına uğratan İmparator Daoguang'ın otoritesi fena halde sarsılmakla kalmadı, afyon müptelalığı ülkede bir sosyal hastalık gibi yayıldı, ahlaki çöküntü da hemen arkasından geldi. Çin kültürü ve uygarlığının mahvı, aynı dönemde başlayan Taiping ayaklanmasıyla zirveye çıktı. Ben bunu, "Çin'in Kıyameti" diye adlandırıyorum. Daha önce yabancıların Çin'e tek giriş limanı olan Guangzou yakınlarında yaşayan ve Çin devlet memuru (Mandarin) imtihanlarında bir türlü başarılı olamayan Hong Xiuquan adında biri, Hz. İsa'nın Çinli kardeşi olduğunu ilan edip etrafına topladığı keşlerle büyük bir ayaklanma başlattı. Buna "ayaklanma" değil, "katliam" demek daha doğru olur, çünkü önüne gelen ve Hristiyan olmayan Çinliyi öldüren garip bir ideolojiydi. Konfiçyüs (Kong Fuzi) öğretileri ve Hristiyanlık dininin bir karışımı olan yeni öğrtinin kanla yayılması, 20 milyon insanın canına maloldu. O dünemde, tarihte bilinen en büyük katliamdı. Çingis Han'ın moğolları bile, insan öldürmek konusunda bu kadar "çalışkan" değillerdi! 1850'de bu keşler ordusu Çin imparatoru Daoguang'ın ordusunu yendi ve İmparator kahrından öldü.
    İşte böyle muazzam bir felaket yaşayan sonsuz uygarlık ülkesi Çin, bir daha dikiş tutmadı. Ama Çinliler kendi aralarında kılıç ve kalkanla savaşırken, 1854 yılında Amerikalı amiral Matthew Perry de, Japon limanlarının Batılı tüccarlara açılması için Japonya'yı bombalıyordu. Amiral Perry'nin gemilerine Japonlar bugün de "Kara gemiler" diyor. Daoguang'ın toy oğlu yeni imparator Xianfeng, İngiliz, Fransız ve Amerikan tüccarlarına Çin'i açan bir kapitülasyon anlaşması imzaladı. 1838'de II. Mahmud'un imzaladığı kapitülasyonlar ne ilk ne de sondu. 1856'da Osmanlı Sultanı I. Abdülmecid'e verilen "Kapitülasyonları kaldıracağız" sözü asla tutulmadı. Bu işi Türk Milli Kurtuluş Savaşı sona erdirdi, Çin'de de Mao'nun önderliğindeki Çin Komünist Partisi kapitülasyonları kaldırdı, ama Çin kültürü ve Çin Uygarlığının ipini de -Kültür Devrimi sırasında- çekti. Olayın boyutu, hafzalaların alamayacağı kadar büyüktür.
    Burada, adil Hükümdar Daoguang'ın oğlundan bahsetmeliyim.
    İktidar gücünü yitiren Xianfeng, keşler ordusuna yenilmesine rağmen, imzaladığı kapitülasyon anlaşmasının gereklerini pratik olarak yerine getirmeyi reddetti. İngiliz, Amerikalı ve Fransızlardan oluşan bir ordu, onu imzaladığı anlaşmaya uyması için başkent Peking'e girdi. İmparatorun yazlık sarayını yakıp küle çevirdiler ve oradan çekilen Xianfeng'e haber uçurup, Yasak Şehri de yakmakla tehdit ettiler. İmparator şartları kabul etti, ama Batılı herhangi birini yakınında görmeyi reddetti. Afyon kullanmaya ve seks partileri düzenlemeye başladı. İmparatorun ruhen intihar ettiği çok hazin bir durumdur. Adeta kendini ve kendi varlığını unutmak istemiş ve bu olaydan bir yıl sonra da ölmüştür.
    Bu olaydan sonra Londra'da bir tifüs salgını başladı ve Kraliçe Victoria'nın eşi Prens Albert tifüse yakalanıp öldü. Kraliçe kocasını seviyordu ve girdiği depresyondan onu, Çin'den hediye gelen bir sevimli köpek kurtardı: Looty. Bu olayların ardından Batı uygarlığı, Dünyanın hakim uygarlığı haline geldi. Giyim-kuşamından teknolojisine, demokrasisine ve mal/meta üretim sistemi kapitalizmin çeşitli biçimlerine kadar Batılı değerlerin hakim olduğu bir çağ yaşadık.
    Şimdi tarihin bir sayfası daha çevriliyor. Çin, bugünkü şartlar altında en geç 2030 yılında Dünyanın bir numaralı ekonomisi olacak. Batı'nın yıldızı sönüyor, ama Batı'dan alınmış veya öğrenilmiş bir çok değer, evrensel değerler listesinde yerini aldı. Dünya yeni bir çağa doğru evrilirken Türkler de bu yeni çağın hakkını vermek için önce 1923'ün fabrika ayarlarına dönmeye hazırlanıyor. Oradan yeni ayarlara geçecekler ve bu arada kapitalist sistemin kriz ideolojisi islamcı barbarlığını ruhlarından defedecekler. Evrensel değerleri tamamlayacak Türk değerleri nelerdir, bugünün dünyasında nasıl ifade edilebilirler, -o da başka bir yazı konusu. Ama geleceğin Türkiye'si için istikamet, kendi değerlerini de yeniden üretmek yönünde. 19'uncu yüzyıl'ın ortasında Çin'in yenilgisinin ardından Batı, tüm Dünya'da hakim güç oldu ve bu günümüze kadar devam etti. Ama artık bu durum da değişiyor. Bu, tarihi önemde bir değişiklik ve aptal İslamcıların anlayamayacağı kadar karmaşık bir zaman kalitesine tekabül ediyor. Bunu anlamak ve ona göre konumlanmak, akıllı Türklerin işi.