Ortadoğu'da yeni düzen, Amerikan çağının sonu ve Türkiye







Özünde göçebe, yani mecburen asker olan Türklerin, pragmatizmi İranlılardan öğrendiğini düşünmek için mutlaka İran'da da yaşamış olmak gerekmiyor, ama sonradan Anadolu'ya hakim olan Türk elitlerin İranlılarla karıştırılmamak için inatla Sünni kalmalarının nedeni, sadece rafine İran uygarlığından çekinmeleri olmasa gerek. Savaşçı aklı, karmaşık değil basit ve son derece rasyoneldir, yerleşiklerin yalandan bozma pragmatizminden anlamaz. Tabii bu bölgede yaşayıp da İran'dan etkilenmemek imkansızdır. Anadolu'daki derviş geleneği de, toyonist köküne İslam'ı, İran'da eklemiştir ve Hint etkisini bile İran üzerinden almıştır. Türklerle İranlılar, Ruslarla birlikte ön asyanın köklü devlet geleneğine sahip halklarıdır. Tabii şimdi çadır devleti mukallidi ahmak İslamcıların nihilizmine gönül düşüren ve (Osmanlı'nın bir devamı olan) Cumuriyet tecrübesini toptan reddeden çoğunlukçu Türk cinneti nedeniyle İranlılar ile Türkler arasındaki akıl/fikir/güç dengesi İranlılar lehine değişmiştir ve bu tarihi bir olaydır.
İranlılar ABD ile 2015 baharında yaptıkları Lozan anlaşmasını sokaklarda kutlayıp, Dünyaya açılmaya hazırlanırken, kutlu derviş geleneğinin artık suyunun suyunun suyu bile olamayan "Müslüman Türk eliti", Dünyadaki değersiz/onursuz yalnızlığıyla başbaşa, tamamen dışlandığı Ortadoğu'daki oyuna piyon olarak da olsa yeniden dahil olmanın yollarını arıyor, ama köklü göçebe asker geleneğinden gelen rasyonel aklını peynir ekmekle yediğinden, attığı her adım -özellikle hesaplamış gibi!- hep yanlış. Hep rezil oluyor.
Global kapitalist sistemin en merkez ülkesi ABD'nin İran ile anlaşmasının sonuçları, global sistem için son derece mantıklı ve "verimli"dir. İran'ı global sisteme açmak ve İran'a girmek için son kısıtlamaların da kaldırılmasını bekleyen sayısız Dünya firması, İran'ın kapısında bekliyor. İran yeni bir "pazar". Atmosfer, Çin'in kapılarını Dünyaya açtığı 1990'lı yıllara benziyor. İran, para akıtacak yer arayan global firmaların pazarı olurken, Türkiye kendi "islami" seçiminin kurbanı olup, kendi krizine (ve yeniden doğuşuna) doğru koşuyor. Aklını Amerikalılara emanet etmiş beşinci kol mahiyetinde bağımlı "Müslümanlar" düşüyor, bağımsız davranmaya alışkın olanlar, yeni duruma daha kolay intibak ediyor.
Batı ve Doğu, çıldırma belirtileri gösterdiğine inanılan ve artık ciddi bir devlet sayılmayan keyfi Türkiye yönetimi yerine, en az üçbin yıllık devlet geleneğine sahip İran'a güveniyor ve bunun mantığı da çok açık: islamcılık batağına bulaşsa da İran, köklü devlet geleneğini koruyup geliştirmeyi başarmış bir ülke olarak Ortadoğu'da istikrarın kurulması için daha güvenilir bir yer. Hırslı bir nüfuz politikası izlese de, Fars aklından doğan islamcılık türleri, Suud aklından doğanlardan daha uygar. Buradaki ehven-i şer meselesi, Suud'un yumurtladığı Taliban, El Kaide ve nihayet IŞİD'in artan dozdaki global barbarizmin yaşanıp görülmesiyle ilgilidir ve Türkiye'deki onursuz İslamcılar da aynı Suud'un beslemesi, şimdi de yedeğidirler. İran, Batı'dan tüm farklılıklarına rağmen ne yapacağı öngörülebilir ciddi/köklü bir ülke sayılıyor, yeni imajında, son dönemde kazandığı üstün diplomatik başarılarının da büyük rolü var elbette ve bu başarıda Türk islamcılarının ahmaklığının katkısı küşümsenemez.
ABD'nin bir taraftan İran'la anlaşırken bir taraftan da Suudların Yemen operasyonunu gönülsüzce desteklemesini Batı basını tartışadursun, asıl konunun bir tür güç boşluğu olduğunu artık herkes kabul ediyor, -ABD'siz bir Ortadoğu'ya alışmak kolay olmayacak. Henüz konuşulmayan ise, 2008'de sistem kriziyle başlayan Postkapitalist paradigmanın en önemli özelliklerinden birinin, tek süper devlet çağının artık sona ermesi gerçeği ve bu sonuca hangi dinamiklerle gelindiğidir kuşkusuz. AKP "ulu"larının panayır opereti tonundaki "BM Güvenlik konseyi genişletilmelidir" tipi, ancak Perinçekgillerin "Bak emperyalizme meydan okudu" diyebileceği amatör çıkışları, aslında yeni çokkutupluluğun hissedilip, buna uygun nasıl hareket edilebileceğinin bilinememesinden, buna ungun bir akla sahip olunmamasından kaynaklanmaktadır. ABD Ortadoğu'dan çekiliyor, zira yakında petrol peşinde koşmaya pek gerek kalmayacak, ayrıca dünyanın güç ve çatışma merkezi Pasifik'e kaymış vaziyette. Sistemin çevre ülkelerinden başlayarak çöktüğü gerçeği de Amerikelılara yabancı değil.
Yeni dönemde çok kutupluluk demek, aynı zamanda özgürlük demek ve hot-zota kimsenin pabuç bırakmaması demek, akıl ve ikna demek, savaşların kimseye bir fayda sağlamadığının iyice anlaşılması demek, yumuşak güç ve kadınsı değerler demek. Böyle bir dönemde, insanların "Ben Osmanlıyım" diyeni kapıdan kovmalarından daha doğal ne olabilir? Nobran ve kibirli, bilgisiz ve sağduyusuz, vivdansız ve kötücül, kültürle işi olmayan, kaba, Osmanlılıkla komşularına sürekli eski tahakkümü hatırlatan bir anlayışın, çok kutuplu bir Dünyada yer bulması mümkün olabilir mi? Olmaz, ve olmuyor da.
Dünyada aklı başında herkesin İlber Hoca (Ortaylı) gibi, "Osmanî Yeni Türkiye" dangalaklığıyla kabaca dalga geçmekten artık imtina etmediği günümüzde, Ortadoğu'da bu ad altında başarı kazanmak bir yana, ciddiye alınmak ve gülmeden anılmak bile mümkün olmayacaktır. Diplomasi, söz ve akıl devrinde, herkesin internet üzerinden fikrini Dünyaya yayabildiği bir çağda, bunların hepsini aşağılayıp yasaklamaya kalkarak bir tek kişinin aklına güvenmek, bir halkın felaketlerden felaket beğenmesi gerektiğini gösterir net bir işarettir.
Yeni Paradigmanın özellikleri alttan alta herşeye nüfuz ederken, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş bir çok "Doğal"lığın da çözülüp yokolmaya başladığını görüyoruz. Mesela Sağcı muhafazakar ve İslamcılara otomatikman Amerikan desteği alışkanlığı, bizzat Amerikalılar tarafından terkediliyor. Artık herşey konuşulacak ve sistem "desentral" (merkezsiz) olacak. Devrimci gençlere saldırıp, 6. Filoyu kıble edinerek İstanbul'da namaz kılan çivilisopalı ne kadar eski yobaz (yeni "Müslüman") varsa, hayalkırıklığında. Akıl-fikir işlerini Anglosaksonlara bırakmış bu beyinsizler takımı, Osmanlı yıkılırken Milli Kurtuluş hareketine katılanlar için çıkarılan idam fermanlarını yerine getirmek için kurulmuş Yeşil Ordu'nun son kılıç artığı "Türkiyeli" Müslüman Kardeşler olarak, kafası koparılmış tavuklar gibi panikle koşuyor, önüne gelene çarpıp kırıp dökerek hâlâ muktedir olduğunu kendi basınıyla kendine telkin ederek kaçınılmaz sonuna doğru ilerliyor, zira bu bölgede Amerikasız yaşayacak durumda değil. ABD, Müslüman Kardeşler tipi "yumuşak" İslamcılığın, "sert" olanından özde farklı olMAdığını anladığından beri, bölgedeki iki güce güveniyor:
1. Batılı seküler demokrasiden yana olan yeni internet gençliği, sarsılıp değişim geçiren eski seküler elitler, Kürtler gibi seküler demokratik refleksler geliştirmeye başlayan antiislamcı halklar ve
2. İran tabii.
İran'ın Şiilerinden, IŞİD gibi bir barbarlık türleri çıkmadı, El Kaide gibi ABD'ye karşı terör saldırısında bulunmadılar, Taliban gibi katı bir kadın düşmanlığı sergilemediler.
ABD ve global sistemin çıkarı, internet çağının yeni global firmalarının da çıkarına ve belli bir istikrarı zorunlu kılıyor. Ayrıca internet çağında sınır yok, kadın erkek ayrımı yok, herkese ihtiyaç var, erişilebilir olmak şart. İnternetten alışveriş edilebilmesi ve internette belirginleşen yeni nezaket kurallarına ve evrensel değerlere uyulması gerek. IŞİD kafasını destekleyenlerin ve aynı ideolojinin malı olanların, yeni paradigmaya özgü yeni değerlere uymadığı açık. Kartlar yeniden karılıyor ve sistem, Ortadoğudaki bu bok çukuruyla daha fazla meşgul olmak istemiyor. Bunun "getirisi", götürüsünden pek de fazla değil. Sadece olan biteni iyi izliyor ve müzakerelerle, bilgi akışıyla yönlendirmeye çalışıyor. Dijitalleşen sistem, insansızlaşma yolunda da hızlı adımlar atıyor, mesela posta hizmetlerini insansız hava araçlarıyla yapmaya hazırlanan firmalar var. Şoförsüz otomobiller ve şoförsüz trafik, şimdiden internet üzerinden global taşımacılık yapan firmaların hedefi. Petrol yerine elektrik enerjisinin kullanılması yolunda müthiş gelişmeler yolda. Avrupa'da Güneş enerjisinden yararlananlar, hiç olmadığı ölçüde artıyor. Şimdi yeni bir dönemdeyiz ve Sistemin bu final döneminde, kendi halkının düşünce özgürlüğünü kısıtlamak, intiharla eşdeğer. Suudların kapı dibi Yemen'de Şii destekli ayaklanmaya askeri tepkisi de biraz bu özgürlük korkusundan. Ama Suudi Arabistan'da yazılan makalelerin bile Türkiye'de yazılanlardan çok daha fazla olduğunu ve akademik seviyenin Türkiye'de "vasat altı" seviyesine düştüğünü da konuyla ilgilenen Türk akademisyenlerin açıklamalarından bildiğimize göre Türkiye'nin terkedilme nedenleri çok daha iyi anlaşılabilir. Seviye yerlerde ve düzeltmeye yeltelenen de yok.
Artık tüm firmalar global perspektifli olmaya teşne. Mikroelektronik devrimin üzerinden yirmi yıl geçmeden, Google, Facebook, Apple, Airnb gibi yeni global aktörlerin üslendiği Slicon Valley'deki 30 firmanın borsalardaki payı 2.6 trilyon Dolar civarlarında ve bu olay, Ortodoks dandik Sol'un "proleterya-burjuvazi, eziliyoruz-büzülüyoruz" mantığının çok ötesinde. Sistemin para ve iş krizi, giderek daha büyük ekonomi alanlarının eski usul "kontrol" altında tutulamamasını gündeme getiriyor ve bu kontrolsüz alanların, yerel güçlerin siyasi kontrolü altına alınması mücadeleleri başlıyor. Panayır çadırı tipi "Yeni Osmanlı"nın, olayı sadece "Toprak genişletmek için boş arsa" olarak anlaması bir yana, Türkiye'de cinnet tipi islamcı iktidara laf yetiştirmekten su içmeye vakit bulamayan muhalefetin de yeni döneme ayak uydurmak konusunda herhangi bir perspektifi bulunmuyor. Birbirini yiyen Türklerin birbirlerinden vakit bulup etraflarına bakacak "boş" zamanı yok.
Amerikan ordusunun askeri gücüyle uzaktan yakından rekabet edebilecek herhangi bir konvensiyonel milli ordu bulunmadığı ve Dünyada askeri harcamaların yüzde 34'ü tek başına ABD tarafından yapıldığı halde, bunu finanse etmek artık mümkün görünmüyor. ABD, dünyanın her yerinden çekiliyor ve ordusunun maliyetini azaltmaya çalışıyor. Askeri giderler, sofistike silahların yüksek kalitesi ve dünyaya yayılmış organize konuşlanmaları, Amerikan ordusunun müdahale kabiliyeti ve vurucu gücünü etkinleştiren özellikleri. Ama daha, II.Irak savaşının ilk yılında 2004'de büyük harflerle ifade ettiğim gibi: Amerikan Ordusunun finansmanı ve Amerikan ekonomisinin sistem krizi ile çalkalanması, Amerikan ordusunun en zayıf noktasıdır. O günlerde, paradigmayı değiştiren 2008 krizi henüz başlamamıştı. Aynen şöyle yazmıştım: "Amerikan askeri (yurdu dışında) maaşını alamadı mı savaşmaz, ama mesela Türk askeri savaşa devam eder". Bu faktör, Amerikan ekonomisinin kırılganlaşması ile birlikte devreye girdi ve Amerikan Ordusunun -Irak dahil- dünyanın bir çok yerinden çekilmesinde ifade buldu. ABD ardında bir boşluk bırakıyor. Amerikan askerinin Ortadoğu'dan çekilip yerel müttefiklerine teknik ve siyasi destek ile yetineceği görüntüsü, beklendiği gibi bir güç mücadelesini de gündeme getirdi. IŞİD'in ortaya çıkıp bu kadar başarılı olabilmesi de bu güç boşluğu ile ilgili.
Amerikalılardan kalan boşluğu Ortadoğu'da doldurmaya soyunan, Suudi Arabistan etrafında şekillenen İsrail destekli bir "Sünni Blok" oluşuyor. Bahreyn'deki özgürlük isteğini daha tohumken ezen Suud, Yemen'deki Şii destekli seküler demokrasi talebine de silahla yanıt verdi. Ama yerel Suud nüfuz savaşının piyonu olmaya bile fit Türk İslamcılığının, bölgedeki güç boşluğunu doldurmak adına Suud ile birlikte Suriye'ye askeri operasyon yapma söylentileri, ABD'siz Ortadoğunun yenilenlerinin kim olacağını şimdiden göstermektedir: IŞİD, El Kaide ve Taliban'ın mucidi seksist/cinsiyetçi Vahabi tipi Sünni faşizmi.
Tekrarlamak gerekirse: Bu devirde savaşla değil konuşarak, diplomasiyle kazanılıyor. IŞİD'in yaptığı gibi halklara karşı soykırımcı bir savaşın ne kazanılması mümkün, ne de sürdürülmesi. Bilgi alışverişi için kendi uydularını planlayan global firmaların kurulduğu bir devirde yaşıyoruz. Galiba Microsoft, parasız interneti Avrupa'dan başlatmaya soyunmuş durumda. Suudi tipi faşist bir "aklın" Ortadoğu'da kontrolü eline geçirmesi demek, bu bölgenin, birbirini yiyen, Dünyadan kopuk bir taşdevrine dönüşmesi demek olur -ki bunu şimdi isteyenler de yakında kesinlikle istemeyecektir, zira insan doğasına aykırıdır. Ama diğer tarafta, Dünyaya yeniden açılan bir İran var ve İran, Rusya ve Çin desteğinde (hatta belki ABD desteğini de alarak) Suriye'ye giren Türkiye ile savaşacaktır. Tabii böyle bir "olağanüstü" durumda seçimler falan da olmaz, itiraz eden "hain" diye kurşuna dizilir. Böyle bir durumun nasıl bir felaket olacağını bir an gözlerinizi kapayıp düşünün. Bu sadece Türkiye'nin değil, aynı zamanda Ortadoğu'nun ve Dünyanın felaketi olur. Amerikasız Ortadoğu'daki güç boşluğunu silah-külahla doldurmaya kalkmak, hem dönemin ruhunun hiç anlaşılmadığını gösterir, hem de silah çekenin kesin yenilgisinin nedenlerini ve derin dinamiğini kavramak kapasitesine sahip olmadığını.
2012 yılında bu blogda yazılmış yazılarda, Türkiye'nin 2013-2017 döneminde bölgedeki büyük bir savaşta kesinlikle taraf olMAması gerektiğini yazmıştım. O zaman Suriye'deki içsavaş daha yeni başlamıştı. Bölgedeki yerel çatışmalar ve IŞİD'in ortaya çıkışı, nisbeten kontrolün tamamen kaybedilmediği bir durum. Ama işin içine TSK piyadesi ile Suud ve Katar hava kuvvetlerinin girdiği bir işgal savaşına dönüşürse, durum çok çabuk tamamen kontrolden çıkar ve tam bir felaket olur, çünkü buna ABD/Batı, Rusya ve Çin müdahale etmek zorunda kalırlar. Suriye'nin işgalinin kunuşulması ve bunun Huffington Post'a haber olması bile vahim bir olaydır ve bu olayın sorumluluğu, işgale piyade olmayı kabul eden TSK'ya komuta eden siyasi erke ve onu ısrarla seçenlere aittir. Hitler'i ısrarla seçen Alman halkı nasıl bunun bedelini ödemiş, ülkesi SSCB, ABD, İngiltere ve Fransa tarafından işgal edilmiş ülke ikiye bölünmüşse, Türkler de bir bedel öderler. Akla-fikre sakat iç politikanın kanun/kural tanımayan bataklığında debelenen Türk politikacıları, el ele verip, Türklerin seçtiği birtakım ihtiraslı çapsızın Türkiye'yi mahva sürükleyen amok koşusuna son vermek zorundadırlar. Bunu sadece Türklere ve kendilerine değil, Dünyaya ve insanlığa da borçludurlar.