Okumak edimi ve geleceği

Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan hemen önceki yıllarda Türkiye'deki okur-yazar oranının yüzde 6, aynı oranın Orta Avrupa'da ortalama yüzde 80 olduğunu (Fransa'da yüzde 87) artık biliyoruz, tıpkı Türklerin eskiden de Türkçe konuştuğunu, ama devlet bürokrasisinin anlaşılması zor bir Arapça-Farsça-Türkçe karışımı (bugün bazılarının "Osmanlıca" dediği) bir dil kullandığını, ama bunun Osmanlı devletine has bir şey olduğunu, mesela Karamanoğlu Mehmet Bey'in, uzun Karamanlı döneminde iç Anadolu'da devlet dili olarak Türkçe kullandığını bildiğimiz gibi.
Türkler sözlü kültür geleneğinden geliyorlar ve Türkleri küçümseyip onlara yukarıdan bakan Osmanlı gibi bir devlet geleneğine rağmen Türkçe, Cumhuriyet döneminin 91 yılı boyunca, 600 yıllık Osmanlı devrinde yazılan 470 kadar kitabın yüzlerce katını üretti -ve gene de son derece yetersiz kaldı. Bunun nedenleri ayrı bir "muhafazakarlaşma" yazısı konusu, ama okumak dediğimiz şey ve geleceği, Türkler için de son derece önemli bir konu elbette.
Okumakla ilgilenen uzun bir  yazı okuduktan sonra ("Die Zukunft des Lesens", Der Spiegel 8.12.2014) yazıdaki konular kadar, orada işlenmemiş konuları da burada ele almanın birçok bakımdan gerekli olduğunu düşündüm, okumanın geleceğiyle ilgili bazı ilginç tekniklerden ve araçlardan da bahseden bir yazıydı. Tabii bunlar adı üzerinde "teknik şeyler" ve sözkonusu yazı malesef, okumanın özüyle pek yakından ilgilenmemiş.
Otuz yıldır unutamadığım bir şokum var! (Cümleyi bu şekilde kurmak bile konunun yoğunluğunu anlatmaya yeter sanırım). Bir yakınım bana "hala okuyor musun?" diye sormuştu. Ben de sersemlemiş bir vaziyette, dünyanın en sıradan cevabını gevelemiş ve "Evet" demiştim. Elbette daha uzun bir cümle kurmak isterdim, hem de okumak denen olayı "Üniversite ders kitabı okuyup hayatın geri kalan kısmında Hürriyet'e talim etmek" diye anlayan ve benim anlayamadığım anlayışın o olağanüstü yaygınlığına rağmen. Türkiye'de düzenli kitap okuyanların oranı bugün binde bir oranında, Almanya'da bu oran yüzde 26, Japonya'da ondan da fazla. Eskiden, yirmi-yirmibeş yıl önce, "Eğitim almak" anlamında kullanılan "Okumak" dışındaki okumak türleri, tehlikeli sayılıyordu. Türkiye, bugün birçok gencin mel mel bakacağı ve sevindirici bir şekilde anlayamayacağı üzere, okumayı hem tehlikeli hem de zararlı sayıyordu. 12 Mart 1971 darbesini yapaanların evlerden kitap topladıkları günlerde, kitaplara tuğla muamelesi yapan polis memurlarıyla ilgili anekdotlar bugün de anlatılır, ama okumak, insanın bugünkü tekamül seviyesinde son derece gerekli -hatta zorunlu bir şey haline geldi. Eski önyargılar tarih oldu. Okumak, beynin üç boyutlu algılamayı sağlayan yanını harekete geçiriyor ve günümüzün uygarlığı okumanın yaygınlaşması üzerine kurulu. Şöyle de ifade edebiliriz:
Kapitalist sistemin en başında, okuma anlayışının sosyalizasyonu var. 1450 yılında Mainz'lı Jan Gutenberg'in tek tek metal harfleri dizerek kitap basma yöntemini bulmasının ardından (Bu yöntem Türkiye'de 1980'lere kadar kullanılmıştır) kiliseden tepkiler gelse de ("Kutsal kitap basılamaz, ancak elle yazılır, -günahtır!" gibi) İnsanoğlunun merakı ve takamül isteği/dürtüsü, yasakları yenmiştir. Macar asıllı İbrahim Müteferrika'nın, odunist Osmanlı ulemasının gönlünü yapıp matbaayı Türkiye'ye getirinceye kadar geçen sürede (1770'ye kadar) Avrupa'da 2.5 milyon başlık kitap yayınlanmış. Türkiye'ye matbaa geldikten sonra Osmanlı döneminde basılan kitap sayısı ikiyüz küsür.
Avrupalılar okuya okuya düşünme kapasitelerini yükseltirken ve bu özelliğin kazandırdığı kurnazlığı da zaman zaman kötüye kullanarak Dünya'nın anasını satarken, sadece Osmanlı sarayı ve İstanbul münevver çevrelerinde değil, Çin'de de, Japonya'da da, Siam'da da, Avrupalıların nasıl bu kadar "akıllı" olabildiği konuşulup durmuş. İşte bu "çözülemeyen" olayın ardındaki ilk öz neden: okumak ve okumanın sosyalleştirilmesidir.
Kapitalist sistemde okumak ve eğitim sistemi (tevhid-i tedrisat), ortak bir milli ruh oluşturulmasını sağlayan yegane şey olmuştur. Okuyarak, yazarın -yani başka birinin- dünyasına girmek, dünyaya onun gözüyle bakmak demek. Günümüz etik değerlerin önemli kavramlarından biri "Empati" ile yakından ilgili. Okumanın çoklu sosyalleşmiş hali, insanların millet/ulus kurmasına katkıda bulunuyor demek. Kürt aktivistlerin ana dilde eğitim üzerinde bu kadar durması, Kürtçe edebiyat yapması da bu sonucu destekliyor. Bol bol okumaya erken başlamış milletler, sosyo-kültürel açıdan çok daha sağlam homojen birlikler kurmuşlardır.
Okurken insan beyninde ne olduğunu araştıran çok sayıda bilim adamı/kadını var. Beyin araştırmalarının son yıllarda yeni bir bilimsel trend oluşturduklsrını ds söyleyebiliriz. Ben daha çok, okuma olayının ruhsal yanıyla ilgileniyorum. Çünkü hayat, biyolojinin katı realitesinden ziyade, duygusal bir modda algılanıyor ve insan denen canlı da duygusal bir yaratık türü.
Okumak denen şey icad edildikten sonra en az yedi bin yıl, sadece çok az sayıda insanın imtiyazı sayılmış ve ilk yazı piktogram modunda kullanılmış. Harfler halinde yazı yazmanın Mezopotamya ve Mısır'da ortaya çıkmasının ardından, bu görsel şaheserler, daha ilk örneklerinden itibaren duyguları ifade etmek için (mesela şiir yazmak için) kullanılmaya başlanmış. Mesela çivi yazısı ilk destan "Gılgamış" hikayeleri, daha sonra monoteist dinlerin kutsal kitaplarına da girmiş ve ortak insanlık belleğinde çok uzun süren kalıcı bir iz bırakmıştır. (Burada yazmaya karar verip bir türlü elim deymeyen konulardan biri de, İncil ile Kur'an'daki birçok konunun birebir eski Mısır yazıtlarından ve bazı firavunların hayatlarından esinlendiği gerçeğidir.)
Yazmak ve okumak, daha sonra unutulduğu sanılan bir çok kitabın ve hikayenin bilinç altından insanlığı etkilemesini sağlayan, insan ruhuna son beşbin yıldır bildiğimiz şekli veren şeydir. Bu gerçek, herjesin okuyup yazdığı günümüzde çok daha kesindir. Günümüzde okumanın önemini yadsımak zaten bir yana, "hala okuyor musun?" diye sormak da abestir, çünkü herkes elinde bir cep telefonu, en azından Twitter veya Facebook okumaktadır. İnsanların cebine kadar giren Smartphone, konuşmaktan çok okumak için kullanılan bir araç ve yeni okumak türleri, artık ortak bir insanlık ruhu üretiyor.
Ulusların oluşmasında nasıl ortak dilde okumak-yazmak ve okul esas idiyse, ortak değerlere sahip bir insanlığın oluşmasında da aynı rolü, Smartphon, tablet ve tabii internet oynuyor. Ne dil konuştuğunuz bile çok önemli değil. İnternetteki tercüme motorları anlaşılmanıza olanak sağlıyor. Yeter ki elinizdeki sofistike cep telefonunu kullanmayı bilin ve doğru App'leri indirin. Cep telefonundan okumaya başlayınca hemen, "Evrensel insani değerler" dediğimiz belli değerlerin hüküm sürdüğü, eşitlik, özgürlük, tolerans, insan haysiyeti, insan hakları, karşılıklı saygının sınırları çizdiği bir alanda buluyorsunuz kendininizi ve bu alan, yazmaktan ziyade okuyarak oluşuyor.
İki okuma türü var, bunlardan ilki yüzeysel okuma, diğeri derin okuma. Yüzeysel okuma, insanın bilgilenmek için yaptığı okumalara deniyor ve gazete okumaktan, telefonu kullanma kılavuzu okumaya kadar uzanan bir alanı içeriyor. Günümüzde bu okuma türü en yaygın olanı ve tabii bilimcilerin kolaylaştırmaya çalıştıkları alan. En son yöntem, insanın bir alt satıra geçerken gözünü kaydırarak hem yorulmasını hem de zaman kaybetmesini önleyen kayan yazılar. Bunun için araçlar da geliştiriyorlar. Cümleler daha kısa olacak ve bu metodla çok daha hızlı ve fazla okunabilecek. Okumanın insanı nasıl akıllandırıp ına nasıl ruhsal haz kattığını bilenler için önemli bir bilgi. Der Spiegel yazısında, Bluetooth ile bilgisayara baülanabilen yeni bir okuma aparatından bahsediliyor. Gözlük gibi göze takılıyor ve araç gözbebeğinizin hareketlerine geöre okuma alışkanlığınızı saptayıp, ona göre kolaylıklar sunuyor. Çok okuyanlar, okudukça kendiliklerinden daha fazla okumaya meyilliler. İnternette birşeyler okuyanların, kitap okuyanlara nazaran daha huzursuz bir ruh haline kapıldıklarına kadar tonla tesbit var ve hepsi aynı kapıya çıkıyor: Bu gidişle insanlar daha çok okuyacak ve birçok bakımdan okumak zorunda kalacak, çünkü hayata katılmak, hele Dünya'nın birleşik/sınırsız hayatına katılmak okumakla ve yeni evrensel değerlere göre hareket etmekle mümkün. İslamcıların iyot gibi ortaya çıkıp dışlanmalarının nedeni de bu, çünkü evrensel değerlere uyumsuzlar ve onlara pozitif bir katkı sağlayamıyorlar, kendileri aralarında da uygar bir alternatif kuramıyorlar.
İnsanlık yoluna okuyarak devam e
diyor ve bunu yüzeysel okumayla değil, derin okumayla yapıyor.
Yüzeysel okumadan farklı olarak "Derin Okuma", karmaşık metinleri okumak ve anlamanın ötesinde, onlara eleştirel (veya onları aşan) yorum getirerek okumak anlamında kullanılıyor. Yani okuduğunuz metne öyle derinlemesine dalıyorsunuz ki, başka birinin düşüncelerine hayallerine ortak olurken, siz de kendinizce düşünerek ve hayal ederek okuduklarınızı -farkında olmadan, veya farkında olarak- hem yeniden üretiyorsunuz, hem de onun devamı/alternatifi olabilecek düşünceler kurguluyorsunuz. Yazar olmak isteyenlere önce "çok okumalısın" denmesinin nedeni de bu, ama burada "oku" derken, "derinlemesine oku" denmek isteniyor elbette.
Hep severek verdiğim bir örnektir: İzlanda'nın ihraç ettiği mallar içinde bir de "Polisiye romanlar" diye bir kalem vardır. İskandinavyalıların ne kadar çok polisiye yazarı olduğunu görüp şaşanlar, bu ülkelerde yazarlara inanılmaz kolaylıklar sağlandığını, fikir ve ifade özgürlüğünün sınırının olmadığını bilmezler. Derinlemesine okuyan insan yazdıkça onu okuyanlar da olur. Ve bu olay, bir halkın yükselişindeki en derin gizdir. İskandinav ülkelerinde yazarlara tanınan imtiyazlar, Kürt edebiyatı gibi birçok küçük halkın edebiyatının yaşaması ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Okumanın önemi devam ediyor -özellikle derin okumanın. Bu okuma türü için elbette bildiğimiz kanlı-canlı kağıttan kitap her zaman esastır. Yapılan araştırmalar, 20 dakikada (benim) göz yoran tabletlerin de, iki-üç saat okumaya izin veren yeni kağıt-ekran teknolojisinin de derin okumalara çok da uygun olmadığını gösteriyor. İnsanlar, üç boyutlu düşünce/hayal dünyasında üç boyutlu bir şey olan kitabı tercih ediyorlar, Dünyadaki genel trend böyle. Dünyadaki okurların ağırlıklı bir bölümü kadın ve okunan kitapların başında, anlatılar/hikayeler/romanlar geliyor.
İnsanoğlunun görsel düşünce biçimi ile harflere dayanan düşünce biçimi arasındaki denge bozulduğundan beri okumak, logaritmik bir hızla yaygınlaşıp günümüzde iletişimin de temel direği olmak yolunda ilerliyor. Ama daima böyle sürer mi? Elbette Hayır. iletişimde görsel malzeme kullanılması ve bunun yaygınlaşması bilimcileri düşündürüyor. Bir konu oldukça kesin: Gelecekte okumak için giderek daka fazla ve yoğun biçimde araç kullanmak zorunda kalacağız. Ben bugünden, bir de değil iki iPad'le birlikte yaşıyorum ve bilgisayar, Smartphone gibi cihazlar kullanıyorum, sonradan öğrendim ama 1990'lı devrimci gençlik bu aletlerle büyüdü. Bu araçlar üxerinden iletişim kurmaya ve okumaya daha yatkın. Televizyon seyretmeyi uzun yıllardır tamamen bıraktığımdan beri, yüzeysel okumalarımın ağırlıklı bölümünü internet üzerinden, bu araçları kullanarak yapıyorum. Gelecekte elektronik kitapların bir parçası olarak videolar, grafikler, çeşitli danışma linkleri, sözlükler de satılacak. Avrupalı bir blogger yıllar önce anlatmıştı, o zaman deneme aşamasındaydı. İnternetten satın aldığım yabancı dergilerin çok büyük bir kısmı artık bu teknikleri kullanıyor. Okumanın bir halkı yükseltebilmesi için önce fikir ve ifade özgürlüğünün içselleştirilmesi ve yazarların cidden desteklenmesi gerekiyor elbette. Bunun bir devlet politikası haline getirilmesi, önümüzdeki hızlı dönemde nal toplamamak için birinci şart. Kısacası, binbir nedenle kitap basımına karşı çıkan Osmanlı uleması gibi çevreler, sadece ayak bağı oluyorlar ve zaman içinde mutlaka tekmelenip bir kenara atılıyorlar. Zaman çok hızlı ilerlerken, İnsanın tekamülüne set çekmeye kalkanlar, çektikleri setin altında kalıyorlar. Okumak, -ama en çok da Derin Okumak- günümüzde uygarlığın temel taşı.

Türkiye'nin 2015 yılı zaman kalitesi ve kötümserliğin sonu

2008-2024 dönemi, Türkiye'nin sinir uçlarına dokunarak sürüyor ve 2012 Aralık sonrasında, 2017'de sona erecek en hızlı dönemini yaşıyor. Değişim/dönüşüm dönemi, büyük ve çokboyutlu bir altüstoluşun işaretlerini taşıyor. Durum karışık görünmesine rağmen, yıllardır belirttiğim gibi olay, özgürlük isteği ve talepleri ile, bunun zıddını temsil eden bir baskı ve kısıtlama trendi arasındaki olgunlaşma mücadelesinden ibaret. Bu mücadele, insanlığın bundan sonraki şekillenmesini etkileyebilecek evrensel bir yeniden yapılanmayla ilgili ve Türkiye'de -aynen beklendiği gibi- sert bir dirençle karşılaşmış durumda. Özgürlük taleplerinin genellikle ezildiği bir ülke olan Türkiye'de ilk kez -zamanın kalitesine uygun olarak- özgürleşme talepleri küçük bir gençlik ayaklanması ötesinde geniş halk kitleleri tarafından sahipleniyor. 2012'de "Üçüncü Güç" olarak adlandırdığım ve 2013 Haziranından beri tüm Dünyanın tanıdığı "Gezi Ruhu", Türkiye'yi gelecek yüzyıllarda siyasi ve kültürel bakımdan şekillendirecek özgürlük talebini ve yeni Türkiye'yi temsil ederken, yasakçı Eski'nin özgürlüğe direnişini, giderek kötü bir karikatüre dönüşüp marjinalleşen İslamcı AKP temsil ediyor. AKP, Menderes'den beri Türkiye'yi darbeler ve yasaklarla yöneten, ülkenin ikinci sınıf bir ülke olarak kalmasından sorumlu muhafazakar eski Türkiye'yi temsil ediyor.
Dünya tarihinde isyan ve ayaklanmaların genellikle bastırıldığı önbilgisine rağmen, 2012 sonrasının zaman kalitesi, şimdiye dek varolan tüm muktedir siyasi yapıları dönüştüren ve özgürlükçü temelde yeniden oluşturan bir diretme gücüne sahip.
Türkiye, hızlı 2013 yılından sonra, daha düşük yoğunluklu bir sinir harbi yaşadı ve bu süreçte Eski Türkiye'nin son temsilcisi AKP ve "elitleri" itibar yitirmeye devam ettiler. Eski Türkiye'nin siyasi ve ahlaki iflası çok kesin, Dünya'da da tescillenmiş durumda. 2014 sonunda Eski Türkiye bir nepotizm ile yaşayan oligarşik bir yapı haline dönüşmüş durumda. Zamanın kalitesi, AKP tarafından temsil edilen Türkiye'nin aleyhine işlemeye ve onu dejenere edip çözmeye devam ediyor. 2015, sinir harbinin daha yüksek dozda süreceği bir yıl olabilir. Son birkaç yıldır, iktidarın hakaretamiz dili ve küstahlığının, düşüşü ve zayıflamasıyla doğru orantılı olarak yükselebilir. Muktedirlerin kullandığı küfür dili "İslam", özgürlük taleplerini hem daha çok öfkelendirip hem de daha bileyebilir ve Hükümetin hareket alanını daha da daraltabilir. Türkiye'nin bu yıl da iç politikasının yıpratıcı hkalitesine esir olacağı kesin. Fakat 2015 yılı, aynı zamanda bir iyileşme, normalleşme, normale dönüş yılı olabilir.
2015 yılının dönüştürücü etkisi, kötümserliğin giderek ortadan kalkmaya başlamasıyla ilgili bir durum gibi ve bu iyileştirici/cesaretlendirici etkinin tüm yıl boyunca hissedileceğini sanıyorum. Umutların gerçek anlamda tatmin edilmeye başlanacağı ve moralin yükseleceği süreç, 2015 baharından itibaren somutlaşıp 2017'ye kadar sürebilir. Bu olumlu süreç, Eski Türkiye'nin tarih sahnesinden çekilip yerini yeni Türkiye'ye bırakacağı sürecin de adı ve sonuç olarak çok daha kendi başına buyruk bir Türkiye'den bahsediyor olabiliriz. Henüz muğlak olan bu durumun nasıl bir görünüm arzedeceğini, ancak gelecek yıl görebiliriz sanıyorum.
2015 yılını benim için en ilginç kılan yan, bu yıl Türklerin, bu diyarın özruhuyla temasa geçebilecekleri gibi -anlatması zor bir duruma işaret ediyor. Sonuç, bir çok insanın beklediği bir şey olmayacak. Çünkü Türkiye'nin özü ne Atatürkçülük, ne de İslam. Ama Türklerin ve daha öncesinin eski halklarının edindiği tarihi tecrübenin harmanlandığı çok güzel bir dozun yakalanacağına olan inancım tam.
2015 yılının ikinci yarısı, seçimlerin de yaşanacak olması nedeniyle, değişim/dönüşümün yeni bir ivme kazanacağı ve oldukça köklü olayların gerçekleşebileceği bir sürece işaret ediyor. Tüm bu gelişmeler sırasında, herkes evinde oturup televizyon bile izlese, Eski AKP Türkiye'sinin daha da zayıflayacağını (hatta belki bu yıl devrileceğini) rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte tam da bu şaşmaz trend ışığında yeni fikirlerin, tartışmaların, gelecek planlarının çok daha önem kazanacağını ve insanların artan direnişlerini ve yenilik taleplerini güçlendireceğini söyleyebiliriz.
AKP, Mart 2013'den beri -çeşitli bahanelerle- Türkiye'yi islamcı bir ülke yapmak için önemli adımlar attı. Fakat bu adımların, "Yeni Türkiye" denen AKP Türkiye'sinin istikrarlı ve legitim/meşru bir süreklilik tutturamadığı, halkın artan çoğunluğunu kazanamayıp kaybettiğini de gösterdi. AKP Türkiye'si, halkın geniş kesimlerine, Türkiye'nin Dünyaya açık bir ülke olabilmek için nasıl olMAmasını anlatması bakımından önemli bir tarihsel deney oldu. Bu deney, Türklerin bir daha asla benzeri dinci totalitarizmine batmamalarını ve İslam dinini çok daha dikkatle izleyecekleri ve onunla aralarına yeni somut mesafeler koyacakları bir süreci de başlattı. Menderes'den beri böyle bir duyarlılık yoktu ve sadece militaristlerin hezeyanları şeklinde marjinal bir kaygı sayılıyordu. Dünya'da değişen ve İslamcılığın aleyhine işleyen yeni postkapitalist paradigma, Türklerin islam ötesinde kendilerini yeniden keşfetmelerinin ve tanımlamalarının şartlarını da sunuyor. 2015'in Kasım ayına kadarki süreçte, AKP'nin başlattığı değişiklikler, bu kez yeni bir boyut kazanabilir. Yıl sonunda Türkiye'nin 2014'den oldukça farklı bir yer haline gelmesi mümkün, ama değişiklikler, İslamcıların güçlenmesi değil, zayıflaması istikametinde ilerleyecek.
İikinci yarısında, herkesin pembe gözlüklerle dolaştığı bir 2015 yılı bekliyorum. Ve bu durumun 2017'ye kadar süreceğini tahmin ediyorum.