Seçimlerde bir Pirus zaferi ve AKP düzeninin kaçınılmaz sonu...

Seçim günü oy kullanmaya giderken bindiğimiz taksinin şoförü, yaşadığımız sitenin Japonlar tarafından inşa edilen binalarının 30 yıllık ömrünü tükettiğini ve binaların Ağaoğlu'na verilip yeniden yapılacağını ve bina sahiplerine yeniden daha pahalıya satılacağını ballandıra ballandıra anlattı. Bunun bir tür korku salma girişimi olduğu çok belliydi, konuyu başkalarına da anlattığını söyledi...
Konunun doğru olmadığını ve yasalara aykırılığını bilmeme rağmen, şoföre itiraz etmeyip konuşmasını dinledim. "Ak Partili" olduğu çok belliydi. Ona, rant devrinin artık kapanmakta olduğunu, çünkü insanların eskisinden çok daha bilinçli ve dirençli olduklarını, bu devirde hiçbirşeyin gizli-kapaklı kalmadığını, en kısa haliyle anlattım...
Şoför, yeşillikler içindeki dört-beş katlı binalara bakarak, sanki Ağaoğlu'nun bizzat kendisiymiş gibi coşarak, "Bu rant denen şey oldukça, buraların yıkılıp yeniden yapılmasını kimse önleyemez" dedi. Açıkcası, kendine yokedecek tarla arayan çekirgeler geldi aklıma. Belli mevsimlerde ortaya çıkıp felaketlere yol açtıktan sonra geldiği gibi gibi giden iğrenç çekirge sürüleri. Mevsimleri geçince ardlarında binlerce ölü böcek bırakırlar ve beton hariç, önlerine gelen herşeyi yerler. Tabii doğa her zaman bunlardan güşlü çıkar.
"The Fly" (Sinek) adlı bir film görmüştüm. 1986 yapımı bir Kanada-ABD ortak yapımı...
İnsanı bir yerden bir yere ışınlamayı deneyen bir bilim adamı, önce maymun üzerinde denediği transformasyon (değişim) aracını kendi üzerinde deniyor ve transformatöte girerken, onunla birlikte bir de sinek giriyor kabine ve ışınlanma işlemi sırasında onun ve sineğin DNA'ları birbirine karışıyor. Ne olduğunu önce anlayamayan bilim adamı, sineğin kendi bedeniyle kıtaslandığında, bedeninin mislince ağırlığı kaldırabilmesi gibi büyük bir bedensel güç kazanıyor. Bilim adamı, vücudunun birden olağanüstü güçlenmesinin tadını çıkarıyor, ama değişimi sürüyor ve giderek koca bir insansı sineğe dönüşmeye başlıyor...
İşte aleni hırsızlığa, ayakkabı kutularına para istifleyenlere ve Kur'an'la dalga geçenlere aldırmayan AKP seçmeni, aynen bu durumda! Bünyesine giren ve içselleştirdiği kötü ve dejenere edici şey sayesinde güçlendiğini sanıyor, kanun/kural tanımıyan yönetimlerin de delikanlılıktan ibaret olduğuyla övünüyor. Gezi parkı direnişinde gözü çıkan ve ölen gençlerin failinin bu "delikanlılık" olduğunu hiç düşünmüyor. Bu arada insandan başka birşeye dönüştüğünün farkında değil. Ve bu dünyada yaşamak için asgari insan olmak şartının, artık insanlara dünya iradesi tarafından dayatılacak bir devirde yaşamaya başladığımızı da anlamıyor. Çok yakında birilerinin bunun hesabını soracağını, hesap sormanın insan olmak ve insan kalmakla ilgili birşey olduğunu ve bunun dünyada yaşayan tüm insanlarla ilgili birşey haline geldiğini de anlamıyor. Bozulmasının nedeninin, kendi insan doğasına aykırı davranıp (haketmediği) zenginliklere sulanan bir haydut mantalitesini benimsemesi olduğunu da anlamıyor. Bu tıpkı, fetih ve yağma ile yaşayan Osmanlı'nın bu çağda yaşayamayacağıyla ilgili bir durum. Aynı nedenlerle AKP zihnıyeti de yeryüzünde yaşaması artık mümkün olmayan bir vandallık türü. İnsanların malını/mülkünü gaspet, elinden al, donra onlara geri sat. Bunu Sulukule'de en acımasız haliyle yaptılar, Romanları 1000 yıldır yaşadıkları yerden attılar. Adına "Kentsel Dönüşüm" dediler...
AKP, tek kutsalı (ak veya kara) para olan, neoliberalizmin en kaba biçimini uygulayan bir "yandaşa menfaat" sistem yarattı ve ülkenin bir kesimini -başta fakirler olmak üzere- bu sisteme adapte etti veya para/menfaat beklentileri üretti...
Devleti ele geçiren AKP'nin kurduğu sistemin iyi analiz edilmesi gerekir. AKP'nin menfaat sistemini dünya ekonomisiyle bağlantılandırmak, nedense hiç üzerinde durulmayan bir konu. Neoliberalizmin en uç biçimlerinden birini temsil ediyor ve bu sistemle birlikte krize girmiş bulunuyor. Tam anlamıyla 2011'de devreye giren ve "Demokrasi treni"nden inen AKP, ideolojik aslını, yani "islami amaçlarını" da gizlememeye gaşladığı anda dünyadan koptu. Bu, geçtiğimiz son bir yılda, Amerika'dan Çin'e, Rusya'dan Avrupa'ya kadar tescillendi, herkes bunu anladı. Aslında demokrasi taklidi yapan "reformcu" AKP maskesini atmak bile, attan inip keçiye binmeye denktir -eşeğe bile değil. Dünya ile birlikte aklıbaşında Türklerin de bunu anlaması, son derece önemlidir.
AKP'nin 2011'de "islami/osmani devlet" olarak ortaya çıktığı anda bir dernekten bile daha hızlı dejenere olması, dünyadabn soyutlanması, sadece siyaset üzerinden açıklanmaya çalışılıyor. Halbuki asıl mesele malesef daima ekonomidir. Kapitalist sistem, insanlık tarihinde, yaşamın her alanını ekonomiye/paraya endeksleyen ilk ve tek sistemdir. Bu, Solculukla falan alakası olmayan bilimsel bir tesbittir. CHP bunu (sosyo-ekonominin önemini) anlamış görünmesine rağmen son seçim kampanyasını Cemaatçilere uyup sadece ayakkabı kutusu üzerinden yürüttü ve yanlış stratejisine rağmen oylarını artırdı -ama kazanamadı. Mal (meta) ve para odaklı Kapitalist sistemde insanların çalışmak ve/veya bir şekilde para kazanmak/bulmak zorunluluğunu gözönünde bulundurmadan, kalıcı siyasi zafer kazanmak zordur. Sistemle sorunu olmayan Sağ, bu yüzden bu işi genellikle daha iyi yürütür ve genellikle kazanır. CHP, (artık anlamaya başladığını düşündüğüm) sosyo-ekonomi kozunu gene kullanmadı. Bu haliyle, eskiden "laiklik" söyleminden başka birşey bilmediği izlenimi veren CHP'den temelde çok farklı değildi, bu kez de "hırsızlık" dedi. CHP için pek iyi olmamış, ama Türkiye için çok iyi olmuştur. Zira AKP'nin temsil ettiği "islami değerler"in, rantiyeci vahşi neoliberalizm vandallığı ve kolay paradan başka bir şey olmadığı, Tanrı'ya değil paraya inandığı, asgari ahlakının bile olmadığı iyice anlaşıldı. Türk tarihine yeni yön verildiği şu günlerde bu önemli olayın getirisi, İslamcıların yirmi yıldır kafa ütülediği "dinimiz" argümanının -evrensel ölçekte- tamamen ortadan kalktığını ve sadece bir "kendi arasında birbirini tanıma kodu"na indirgendiğini gösterdi.  Tabii hırsızlığı "normal" sayanların, bunun sonuçlarına da katlanmaları gerekir. Hırsızlığı normal sayanlara ne olduğunu anlamak için hırsız çetelerinin bireylerinin başına ne geldiğine bakmak yeterlidir. Sonunda birbirlerini yerler, çünkü kimse kimseye güvenmez. En adi suçları işleyip, "Hesabı Allah'a vereceğim" demek, zaten bu dünyada Allah'ın olmadığını söylemektir. Dindar olduğunu iddia edenler için ilginç bir yozlaşma türüdür. Dünyadaki evrensel adalet yasalarının kökenini de bilmeyen bir cahilliğin ifadesidir aynı zamanda.
"Atatürk Türkiyesi"ne alternatif olduğu iddiasıyla otuz yıldır alttan alta sinsi bir mücadele yürüten "İslami/Sünnici Türkiye'nin ömrü sadece iki-üç yıl sürdü. Ona karşı islamcılarınki gibi sinsi olmayan, açık bir mücadele başladı ve sonucu şimdiden belli. Dünyanın geri kalanından kopuk, ancak kendi kendisiyle yaşayabilen, kriminalliğe yatkın ahlaksız bir insan modeli yaratan "Yeni Türkiye"ye eleştirel yaklaşmayan herkes, Türk tarihinin bu en önemli döneminde sınavı kaybedenlerin safında bulunmaktadır. anlaşıldı. Türkiye'nin "AKP sevdalısı" halkına kızmamak gerektiğini öğütleyenlere katılmanın, artık hiç de kolay olmadığını söylemek zorundayız. Hırsızlığa daha büyük bir tepki gösterebilir, balkon resminin sadece Türkiye'ye değil Tanrı'ya karşı da bir meydanokuma olduğunu gösteren tepkiler verebilirlerdi. (CHP muhalefeti, ahlaksızlığa AKP seçmeninin de yüksek tepki verdiğini görse, sosyo-ekonomi konusunda düşünmeyi belki daha da ciddiye alırdı) AKP seçmenine sadece laiklik üzerinden ulaşmak nasıl zorduysa, hırsızlık üzerinden ulaşmak da zor oldu.
İnsanların AKP'ye neden ve nasıl bağımlı hale geldiklerini iyi anlayıp, sadece çok kuvvetli vurguyla, "Sosyal Devleti kuracağız ve kimse Cemaatlere, sadakalara mahkum olmayacak" diyerek daha başarılı olması mümkün -hele önümüzdeki ekonomik kriz döneminde. Tabii bu da tam olarak yetmez. CHP, kimseye haybeden zengin olmak "perspektifi" sunmuyor! Ama bu perspektifin neden yanlış ve imkansız olduğunu, bu dümende voliyi sadece partili/yandaş birkaç kişinin vurup, diğerlerinin kırıntılarla yetindiğini anlatabilirdi...  
Liberal Kapitalizmin yerini 1980'lerden itibaren Neoliberal Kapitalist uygulamaların alması, en başta -nedenini kimsenin akılla izah edemediği- "özelleştirmeler" ile tüm dünyada çalışanların durumunu kötü etkiledi. Sistemsel bir gelişmeydi, Türkiye'de de yaşandı. Devletlerin sunduğu görece gelecek güvencesi, dünyanın bazı yerlerinde tamamen ortadan kalktı. Kapitalizmin en önemli özelliği sadece "artı değer", "sömürü" falan değil, kitlesel "ücretli iş" (die Arbeit) ve paranın özel bir biçimi olan "Kapital"dir -zaten Karl Marx da temel eserine bu nedenle bu adı vermiştir. Liberal dönemin özelliği, Milli Ekonomilerin esas olduğu, ekonomilerin sınırlarının olduğu, kalıcı işsizlik fenomeninin henüz ortaya çıkmadığı, gelir eşitsizliğinin Neoliberal dönemdeki gibi astronomik olmadığı bir kapitalizm türünün yaşamasıydı. Liberal Kapitalizm, devletin devrede olduğu ve sosyal hizmetleri yürüttüğü aşamada, Cemaatlerin/diyasporaların güçlenmesine yarayacak bir yapı arzetmiyordu. Nitekim liberal dönemde dünyanın hiç bir yerinde bugünün güçlü dinci/mikromilliyetçi cemaatleri yoktu. Türkiye'de Turgut Özal'la başlayan dönemin özelliği, insanların hızla devlet güvencesini yitirip özelleştirilmiş kurumların ve firmaların insafına terkedildikleri bir çaresizlik ve gelecek perspektifizliği/bilinmezlikti. Özellikle fakir ve güvencesiz halka bu durumunda Cemaatler destek sağladılar ve üslendikleri bu önemli rol nedeniyle de hızla palazlandılar. Diyasporalar ve mikromilliyetçi örgütlenmeler de, devletin terkettiği boşluğu doldurdular ve cemaatler gibi güçlendiler. işte bu atmosferde, "Havuzlar" icad olundu...

Erdoğan'ın, daha İstanbul Belediye Başkanlığı sırasında "fakirlere yardım" etmesi, Beyaz Masalardan halka para ve erzak dağıtılması, neoliberalizme özgü, "halkı ucuza satın almak" yöntemidir ve bazı kişi ve cemaatlerin devletçilik oynamasını kolaylaştıran bir şeydir...
Gelir uçurumu konusu da en az bunun kadar önemlidir ve uçurumlar, kırılmalara neden olur. Bu kırılmanın Türkiye'de etnik/dini kimlikçilik üzerinden ifadesi de -neoliberal dönemde- hep "Kürtler/Türkler/Müslümanlar" bölünmüşlüğü üzerinden ifade edilmiştir. AKP'nin "Milliyetçiliği ayağının altına alıp çiğnemek" isteği falan samimidir, çünkü kendi içinde belli özelliklere sahip sosyo-ekonomik bir kesimi temsil etmektedir: Sonradan (neoliberal dönemde) modernleşmiş eski köylü yeni şehirli muhafazakar Türkler. Eğitim seviyesi düşük, gelenekleriyle modernleşmenin ters olduğuna ve bir Sünni din yorumunu bemimseyen fakir kesim. "Kürtler" ise, ülkenin en az kalkınmış ve bütününden skonomik bakımdan kopmuş kesimlerinin kendilerini ifade ettikleri, neoliberal zamanlara özgü bir kimliktir...
Bizi seçim sandığına götüren taksi şoförüne, "artık gençler var" deyince sustu. "Dünyada uygar ülkelerin arasında kalıp insan gibi yaşayabilmek için evrensel değerlere başlı kalınması gerektiği gerektiğini, gençliğin ve halkın uyandığını, direndiğini ve hiç bir Ağaoğlu türüne de binalarını teslim etmeyeceğini, rantiyecilikle devam etmenin mümkün olmadığını anlattım. Şoför ikna oldu, zaten bunları belki biliyordu da, ama arabadan inerken birşey farkettim: Korkuyordu. Hem de öyle böyle değil, alenen varlığının ortadan kalkmasından korkuyordu. Adam AKP'nin seçimleri kaybedeceği fikrinden bile, ölümüne korkuyordu. Bu çok kesin ve çarpıcıydı...
AKP'ye oy veren ve son on yılın neoliberal döneminden öncesini pek hatırlamayan ve hatırlamak istemeyen insanlar, AKP ile birlikte şunu öğrendiler ve benimsediler: Sıfır numara salak da olsan, eğitimsiz de olsan, bu partinin elemanı olursan, seni mutlaka görürler, görmeseler de seni "görecekler" umudunu diri tutarlar. Bunların milletvekillerinin ve bakanlarının yerine kendini koyabilir. Bu adamların Başbakanları bile, bizim kahvedeki ağzı laf yapan adamlara benzemektedir, sekülerlerin "anlaşılmaz, eğitimli, erişilmez" adamları gibi değillerdir ve onlardan oldun mu ihaleyi kaparsın, oğlana iş bulursun, para yardımı alırsın vs. Tabii bu paranın nereden geldiğini soran yoktur, zira Türkiye'nin cahillerini ve vasatlarını AKP'ye bağımlı kılmak ve ihya etmek için sürekli akması gereken paranın ana kaynağı, AKP'nin beğenmeyip aşağıladığı seküler/şehirli çevrelerdir. Çünkü ekonomi için yaşamsal olan tüketimin aslan payını da onlar yapar, değer üretiminin en büyüğü ve kalitelisini de onlar yapar, vergisini de onların işyerleri öder. Türkiye'yi finanse eden verginin büyük bölümünün tek başına İstanbul'dan, İzmir'den ve Ege/Akdeniz sahillerinden geldiğini CHP nedense hatırlamadı. İtalya'da sırf bu yüzden ülkeden ayrılıp bağımsız kalmak ve fakir İtalya'yı finanse etmek istemeyen bir parti var, şimdi de Venedik İtalya'dan ayrılmak istiyor. Ama oralarda hiç olmazsa ülkeyi finanse eden kesimin bir şekilde ülke üzerindeki kararları belirleyebilecek siyasi otoritesi var. Türkiye'de bu ülkenin "parasını kazanan" seküler kesimleri temsil eden CHP'nin son 11 yıldır, Meclis'te yaptıkları yasa tasarılarından bir teki bile kabul edilmemiştir. Ama gene aynı kesim hem horlanmakta, hem de vergileriyle AKP ahalisini ve tabii yolsuzluklar üzerinden "AKP etiti"ni "yaşatmaktadır."
Bizi seçim sandığına götüren taksi şoförü, bunu belki bilmiyor ama hissediyordu. Erbakan'ın sözleriyle, gerçek anlamda "Adil bir düzen" kurulsa, halkın bu sonradan görme yeni şehirli AKP kesiminin, bugünkü gibi daha varsıl ve "zengin olacağım" umuduyla yaşayamayacağını biliyordu. Vasatların, üçkağıtçıların, hırsızların, haydutların, beton baronlarının, sadece bu düzende yaşayıp "saygı" görebileceğini, üçkağıtsız bir hayatta, "adam" olmasının asla mümkün olmayacağını biliyordu. CHP'nin iktidara gelmesi, kestirmeden köşe dönüp, tüm vasıfsızlığına ve hırsızlığına rağmen Başbakan'ın yanında balkon görüntüsü bile verebileceği umudunu ortadan kaldırır...
Varoluşkorkusu (Existenzangst) o kadar belirgindi ki, -islami kesimden- kendisine entellektüel denen demokrat sayılan insanlar bile paniklediler, çünkü kendi varlıklarını, AKP ile özdeşleştiriyorlar ve AKP'siz dünyada kaale alınmayacaklarını düşünüyorlar. Doğrudur! Eğer kalıcı değerde entelektüel kalite üretememişlerse düşeceklerdir. Ama ne olursa olsun kalacak olanlar da var. AKP devri "Müslüman"ı, onu kayıran bir amcası/dayısı/partilisi yoksa yaşayamayacağını sanıyor. Tam bir köylü zihniyetidir. Memeleketlisine sarılan eski köylüler, şimdi de partisine sarılan köylüler oldular. Evet modernleştiler, ama evrensel anlamda onları vatandaş yapabilecek "laik" politikacı falan da yoktu. Sonuç böyle bir köhne ucube olmuştur ve tabii çok kötü sonuçlanacaktır...
Seçimler öncesindeki atmosferde göstergeler, AKP'nin yenilebileceğini gösteriyordu. Fikrimi soran ve benden umutla, "entellektüel" dilde "AKP kalır, ona bişeycikler olmaz" dememi bekledikler. Hırsızlara güvenip, seküler dürüstlere "güvenemediği"ni söyleyenler de oldu. "Neden?" güvenemedikleri/korktukları şey, sadece yeni bir "Kemalist Diktatörlük" kurulması olamazdı. Zaten seçimden sonra rahatladılar ve aramadılar, ama bunun geçici bir rahatlama olduğunu söylemeliyim...
İşte tam da bu korkularla baş etmesi gereken CHP, bu insanların çocuklarına olsun daha iyi bir hayat vaad edebilmeli ve bunu anlaşılabilir bir şekilde anlatması gerekirdi -tabii bunu en iyi anlatacak/uygulayacak olan, Gezi'den doğan partilerötesi özgürlükçü (anarşist/liberter Sol ve sosyalist Sol eğilimli) zihniyettir...
Seçimlerde halkın yüzde 90'ların üzerinde katılımla rekorları kırıp, tüm çalıp-çırpmalara rağmen Erdoğan'a istediğini yaptırtmaması, oyuna sahip çıkması, bu seçimlerin kazananının "Türklerin yükselen demokrasi bilinci" olduğunu, çok sayıda yabancı gazeteciden duydum. Ve bence bir de Sol ve Kadınlar daha güçlendi. TKP, sadece ilk kez Belediye kazanması nedeniyle değil, evrensel ölçekte tutarlı bir sol çizgiyi benimsediği için çok etkili bir parti konumuna doğru yükseliyor. Yerel ve Kemalist kalan İP ise, Aydınlık gibi bir gazeteye sahip olmasına rağmen binde 33 gibi bir sonuçla tam bir hezimet yaşadı. Bu parti, seçimlerde oy almak hedefini terkedip, buna rağmen örgütlülük ve gazete üzerinden etkimeyi kabullenirse, daha başarılı olacak ve daha makul bir çizgiye gelecek gibi görünüyor. Ama kemalizmin eski haliyle iktidar hayalinin sona erdiğini de kabul etmek gerekiyor. Atatürk de devrinin en ileri evrensel anlayışlarını alıp uygulamaya çalışıyordu. Bugün aynı şeyi yapmak, Atatürk'ün yaptığını yapmak anlamına geliyor ve bu anlamda TKP Atatürk'ü, İP'den daha iyi temsil ediyor.

AKP'nin bu şekilde lider kültünden ibaret bir "fakirlere havuz umudu" sistemi olarak devamı mümkün mü? Elbette değil. Ama Türkiye'de belirgin olduğu üzere, ekonomide bir çöküş olmadığı veya CHP net bir "Sosyal Devlet, toplu refah" projesi ile ve Cemaatle-memaatle ittifak yapmadan, halkı ikna etmeden, kuru oyla AKP gitmez. Katakulli uzmanlarından adalet beklemek, zaten saflıktır. Ama AKP'nin altını oyan birden fazla faktör var ve bunların hepsi de çok kuvvetliler. En önemlisi, Türkiye'de demokrasi kalitesinin iyice bozulması ve istikrarsızlık, dışarıdan gelen sıcak paranın durması demek olacaktır. Başbakan'ın balkon'da tüm ayakkabı-kutusu "mağduru" yakınlarıyla elele poz vermesi de çok önemlidir. Son zamanlarda korkup akçeli işlerden çekinen herkese "korkmayın" demektir -ki, AKP sistemi zaten bu kesimin yemlenmesi (ve sağılması) sayesinde dönebilmektedir. ABD, dünyaya uyumsuz (ve faşizme eğilimli) İslamcılığı desteklemeyi bırakmıştır. Onun yerine Gezi'de gördüğü dünyaya uyumlu genç, demokrat, Avrupalı gençlerden hiçbir farkı olmayanları ve onlara yakın duran CHP'yi desteklemeye başlamıştır. Şu anda Erdoğan islamcılığını (ve Suriye'deki angajmanını) destekleyen doğru dürüst Arap ülkesi bile yok. Ayrıca dinleme kayıtlarıyla ortaya çıkan gerçekler, AKP Hükümetinin seçim sonrası dünyayla barışma ihtimalini tamamen ortadan kaldırmıştır. AKP'nin yalnızlığı, Türk tarihinde benzersizdir. Türkiye gibi değerli yeraltı kaynakları olmayan ve gelirinin önemli bölümünü turizm ve inşaattan elde eden bir ülke, bu ucube tek adam sistemini yaşatmak için sınırlarını da kapatamaz (nitekim Twitter yasağı 12 gün sürmüştür). Türkiye'nin seküler kesiminden yeni islami kesimlerine varlık aktarımı da bir yere kadar devam ettirilebilir. AKP Antalya'yı alarak, yandaşlarına yağmalatacak yeni bir yer daha bulmuş görünüyor, ama hiçbirşey eskisi kadar kolay olmuyor. Yabancı bir dostumun deyimiyle: "İnsanlar artık pes etmiyorlar, herşeyi göze alıyorlar." Evet öyle ve Türkler, Muhafazakar Türkiye'nin durumunu her gün daha iyi görüp dehşete kapılırken, bir yandan da aktif ve mücadeleci demokratlar haline geliyor. Bu durum, Türkiye'nin geleceği için paha biçilmez önemdedir ve yol alan kesim, islamcılar değil, Gezi'den doğan yeni demokrasi mantalitesidir ve herşeyi olumlu istikamette değiştirmeye devam etmektedir. Burada, tüm bu gelişmelerin en önemli etmenini de anmadan geçmeyelim: Esad...
Suriye, evet tam bir diktatörlüktü ve halkını eziyordu, ama kimsenin kafasını kesmiyordu. Çok kültürlü ve dinli seküler anlayışa sahip çıkan halk, Suriye Ordusu ile İslamcılara tarihlerinin en büyük yenilgisini yaşattı. Ve 90'lı yıllarda "Ülkenin bölünmez bütünlüğü" demeden cümle kuramayanlara da, çok farklı külyürle/dinle, ama sadece seküler bir devlette barış içinde yaşanabileceğini kanıtladı. Suriye'nin çok renkli toplumu, islamcıların tekci (Salafi-Sünni) homojenleştirici anlayışına tehlikeli bir alternatif sunmakla kalmadılar, Kemalist Türklerin bu konulardaki korkularının boşuna olduğunu da gösterdiler. Farklılıklar mutlaka ayrılık demek olmuyor, Hristiyanı da Alevisi de Sünnisi de Suriye'ye sahip çıkıyordu ve bu format ancak seküler bir devlette işliyordu. Tayyip Erdoğan ve Selefi Sünni taşdevri faşistlerini asıl paniklettiren ve Türkiye'deki islamcılığın dibine ilk baltayı vuran, Suriye olmuştur -yani AKP'nin inadına Suriye düşmanlığı boşuna değildir.
Tüm faktörleri buraya yazıp, yazıyı daha fazla uzatmanın bir anlamı yok. İslamcılar ve AKP korkmaya, hayatta (yani iktidarda) kalmak için akla gelecek herşeyi yapmak zorunda, zira vasıfsız/vasat kesimlerin, eğitimlileri sömürdüğü ve yönettiği adaletsiz sistem, birçok bakımdan tükenmiş vaziyette. Ortaçağ Türkiyesi, elbette direnecektir, ama korkunun ecele faydası yok. Dünyada yalnız kalmış, fikren ve ruhen ölmüş bir şeyi uzun süre ayakta tutmak mümkün değildir. Türkiye, bütün bu olaylarda hem acı çekiyor, hem de öğreniyor. Bundan sonra Türkiye'yi vasatların ve faşistlerin yönetmesi, halkın parasını gaspetmesi mümkün olmayacak. Bu nedenle Türkiye, Birinci Sınıf Ülkelerden Biri olmak yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bu olaylardan geriye vasat ve kısr İslamcılar değil, yaratıcı ve dünyaya açık Geziciler kalacak. Amerikalısından Rusuna, Çinlisinden Avrupalısına kadar herkesin söylediği bu...