Artan dindarlıkla azalan ahlaklılık ve yeni dindarlık türleri hakkında notlar

Türkiye'de kamuoyu yoklamalarında, "dindar sayılırım" diyen kişi sayısı genellikle yüzde seksen civarında gezinir, ama aynı yüzde seksenin camileri (ve diğer dinlerin mabedlerini) doldurdukları görülmemiştir. Şimdi dindar olduğunu iddia edenlerin ahlaksızlık katsayısının yüksekliği üzerinde fazla durmayacağım, bu malesef bir gerçek. Buna çok kızan ama somut nedenleri üzerinde pek durmayan kamuoyu, esasen, İslam dininin çarpıtıldığı/kullanıldığı üzerinde duruyorlar ve bunda haksız da değiller. Burada dikkat çekmek istediğim, bu tartışmanın gölgesinde kalıp görünmeyen başka bir fenomen: İnanç anlayışının değişmesi.
Avrupa'da 18'inci Yüzyılın ortasına kadar, Türkiye'de de neredeyse 21'inci Yüzyılın eşiğine kadar "din" denince anlaşılan, dinin ritüelleriydi -hala öyle. "İslamın beş şartı" ve buna namaz kılmak falan da dahil. Dindar olmak demek, Sünniliğin adeta devlet dini sayıldığı Türkiye'de, "namazında niyazında" olmak demek. Ama gel velekain kimse namaz kılmıyor, buna pek imkan da yok zaten sekiz saatlik iç gününde. İnsanların gene de çok dindar olduklarını iddia etmeleri, "İslam'ın beş şartı" ötesinde yeni bir dindarlık anlayışı benimsediklerini ve anlayışta öyle namaz falan kılınmadığını söyleyebiliriz. Benzeri durumu, dünyanın başka yerlerinde de görebilirsiniz ve inancın yeni bir format aramakta olduğunu anlarsınız.
Din özel bir şey midir yoksa sosyal bir bağlayıcılığı mı vardır. Tanrı'ya konuşmak, ona yakarmak, dua etmek için ille de camiye kiliseye gitmek ve bir din adamına "sığınmak" mı gereklidir? Cemaat liderlerine göre belki evet, ama gelişmelerin istikameti tersini işaret ediyor.
Bugün şöyle bir soru da sorabiliyoruz artık:
İyi dinler kadar, kötü dinler de var mıdır? Neden dindar olmak iddiasında olanlar bu kadar ahlaksız olabiliyor? Galiba bu soruların kök sorusu, din dediğimiz şeyin günümüzde ne anlam ifade ettiği ve hayatında namaz kılmadığı halde evinden dua etmeden çıkmayan insanların dindarlığının hangi kategoride değerlendirilmesi gerektiği. Budistler, Tanrı fikrinin olmadığı, sineği bile incitmeyen, ama bazen Müslümanları katledebilen bir dindarlığa sahipler. Türkler de namaz kılmadan inanan ve bir kesimi dipsiz yolsuzlukları vicdanen rahatsız olmadan yapabilen bir dindarlığa sahipler.
Dünyada taşlar bile değişiyor, kıtalar bile hareket ediyor, Koca Anadolu yarımadası her yıl bilmemkaç santimetre Yunanistan'a yaklaşıyor iken, dini inanç biçimlerinin ritüellerin sınırlarını çoktan aşıp bir düşünsel/felsefi yaklaşım haline gelmekte olduğu gerçeği, çok sayıda yeni soruyu da gündeme getiriyor. Soru sormak, yaşamın sürdüğünün işareti. Ritüelsiz yeni din anlayışı sessiz sedasız kendine yeni bir yer açarken, dogmatik/kuralcı/ritüelci anlayış da feci halde yozlaşıyor. Yeni dindarların eskiyi temsil ettiği iddiasındakilerden daha dürüst oldukları açık, yaşanan pratik bunu çok açık ve net bir biçimde gösterdi. Aslında din konusunda gelişmenin istikametini oldukça net görebiliyoruz: Ritüele değil ahlaki değerlere önem veren, yalana karşı allerjisi olan, bireyselliği ve özgürlüğü ön plana çıkarıp cemaat kontrolünden kurtulmayı tercih eden, dinin kuralarına önem vermeyip Tanrı'ya -özel bir- bağlılığı ön plana çıkaran bir dindarlık anlayışı yükseliyor. Özgürlüğü değil biatı/cemaati esas alan, dinin eski katı kurallarına ahlakı bile kurban edebilen dindarlık anlayışı ise krizde. Bireysel olmayan eski (cemaatçi) şekilci biatkar dindarlık ise iflas etti çöküyor. Kamuoyu soruşturmalarında "Dindarım" diyen yüzde 80'leri çantada keklik sayan eski tip ahlaksız siyasallaşmış dindarlar, hayatlarının hayal kırıklığına hazırlanmalılar.