Divan edebiyatının mucidi, şairlerin şahı Rûdakî

Duşanbe'deki Rudaki anıtı
Masalların doğduğu, büyüdüğü, baharat kokuları arasında çocuklara anlatıldığı, kedilerin mutlu mesut yaşadığı çağlarda, Ebu Abdullah Cafer bin Muhammed Rudaki adında bir çocuk, Samanlılar hükümdarlığı altında, Bugünkü Samerkand yakınındaki Rudak'ta doğmuş. Yıl 859. Kaside, gazel, rubai, mesnevi türünden özgün eserler yazmış yazmasına, ama onu büyük kılan, bugün adına "Divan Edebiyatı" dediğimiz şiir formunu icad etmesi elbette. Fars edebiyatının şahı, şairlerin kralı sayılan Rudaki için Firdevsi, Şehname'sinde özel bir yer ayırır.
Müzisyen, şarkıcı ve şair bir adam. Sasani sarayına çağrılıp orada yaşamaya başlamasıyla birlikte Farsça bir kültür dili olarak onun dev eserleriyle kendini yeniden keşfeder. Doğu ile Batı arasındaki Orta Bölge'nin en önemli şairlerinden Rudaki'yi önemli ve ilginç kılan, şiir formatında yeniden yazdığı eseri Kelile ve Dimne'dir.
Bu hikayeleri çocukken bana tanıtan bir amcam var. Jean de la Fontaine'den okuyup sevdiğim fabl türünde. Tabii onlardan farklı olduğunu sonradan anladım. Asıl adı Panchatantra olan bu eserin, M.Ö. 2. ve 6. Yüzyıllarda İran-Hint kültürünün harmanlandığı bir atmosferde Beydaba tarafından yazıldığı bilinir. "Pancha", Sanskritçe beş demek olduğundan, "beş duyu"nun yanıltıcılığına dikkat çeken eski mistik fabller toplamıdır. Rudaki, İslam kültür ve Uygarlığının kök salmaya başladığı ve eski Fars-Sanskrit geleneğinin yeni din İslamla karışıp özgün formlar yarattığı dönemde yaşamıştır. Eski fablları yeni bir Farsçayla yazıp, yeni de bir dil kurmuştur aslında ve bu hayvan hikayeleri, Ortaçağda, İslam Uygarlığının yayıldığı yerlerde okullarda çocuklara okutulmuştur.
Rudaki'nin büyüklüğü, İslam öncesinin engin Fars kültürünü, yeni İslam kültürüyle birleştirmesinden gelir. Rudaki, Farsçanın bir edebiyat dili olmasını sağlayanların başında gelmektedir ve Arapça'dan esinlenen yeni Fars alfabesinin yaygınlaşmasında da önemli rol oynamıştır -popüler eserleriyle. Yeni Fars dilinin gramerine varıncaya kadar şekil vermiştir. Aruz vezni kalıplarını bulan, kurallarını koyan Rudaki'ye boşuna 'Şairler kralı' denmiyor olsa gerek!
914-933 yılları arasında hüküm süren Samanlı Şahı II. Nasr'ın saray şairi olan Rudaki'nin, daha dokuz yaşındayken şiir yazıp herkese dinletebildiği söyleniyor. Sekiz yaşındayken Kur'an'ı ezbere okuyan bu çocuk, karizmatik bir adam olmuş. Müzik ve şiir yeteneği Şahı öylesine büyülemiş ki, II. Nasr onu sarayına alıp altına boğmuş. Kurnaz bir vezirin fikriyle Şahın onu propaganda amacıyla da kullandığı anlaşılıyor. Hayran olunan, sözü dinlenen biri olunca. Eski kaynaklarda anlatıldığına göre Rudaki, şiirleriyle tarihte en çok "para kazanan" adam aynı zamanda. İkiyüz kölesi varmış. Kıymetli eşyaları da dörtyüz deve yükü tutuyormuş! "Kelile ve Dimne" dışında en bilinen eseri, "Sinbadname"dir.
Ama Rudaki'nin özünde iyi bir insan kaldığını ve bir zaman sonra Şahı öven şiirler yazmayı reddettiğini biliyoruz. Eski kaynaklar, büyük şairin, ileri yaşlarında kör olduğunu söylüyorlar, ama kör mü oldu yoksa kör mü edildi bilinmiyor. Bu konuda rivayetler muhtelif.
Söylenceler, Rudaki'nin 1.300.000 beyit yazdığını söyler. Bu o kadar güzel ve o kadar imkansız görünüyor ki, inanmamak mümkün değil. Güzelliği, doğayı ölümsüz sözlerle bu kadar güzel anlatan bir insanın kör olduğuna inanmak da zor ama mümkün. Görmediği halde renkleri bu kadar güzel tasvir edebilmesi, onun gönül gözünün daima açık kaldığını gösteriyor. Rudaki, Şahını övdüğü şiirleri dışında insanın halleriyle ilgili, aşk ve aşkın önemiyle ilgili, mutlulukla ilgili sayısız şiir yazdı. Hedonizmle kötümserlik arasında gidip gelen Rudaki, felsefi konulara da değinmiştir ve erotizmin de ustalarından sayılır. Rudaki, 941 yılında, malından mülkünden kurtulup mütevazi bir hayat sürdüğü küçük bir evde Hakka yürüdü.