21 Aralık 2012 ve sonrasında olabilecekler hakkında

Kimsenin anlamak istemediği birşeydir ama, doğanın izaha ihtiyacı yoktur. Neyin ne olduğunu açıklayıp kendi anlayabileceği formata dökmek, insanın bir ihtiyacıdır -doğanın değil. Ve bunun için insanın kullandığı (tahminen son yedi bin yıldır) asıl araç, söz ve dildir. Rasyonalizmin hakim olduğu, ölçülüp biçilemeyen hiçbir şeye inanılmayan günümüzde, rasyonel "gerçeğin" dille ifadesi esastır. Sezgilere, hayallere, vizyonlara, sadece romanlarda ve filmlerde yer kalmıştır, "gerçek" hayatta bunlar asla ciddiye alınmazlar. Gerçeği açıklamanın günümüzdeki son legitim/meşru biçimi de modern bilimdir (mesela matematik ve fiziği burada "bir numara" sayabiliriz). Doğayı ve görünenin ardındaki özü anlamak için, onun değişimine/devinimine uygun esnek yeni 'Anlama yöntemleri' geliştirmek, bir konuyu gerekli kılıyor: Bugün "Mistik" diye özetlediğimiz spiritüel/sezgisel alanla bilimi bir araya getirmek zorunluluğu. İstesek de istemesek de şu anda kendiliğinden yaşanan bir olay bu. Bilimin "şaşmaz" kılavuzluğunda insanlığın vardığı yer küresel çevre felaketleri, dünyadaki yaşamın tehdit altına girmesi ve teknolojik kitle imha silahları (Ekonomi biliminin toptan iflas edişi gibi konulara girmiyorum). Anlaşıldığı kadarıyla tek başına rasyonel kuru akıl, pek de ideal bir şeymiş gibi görünmüyor. İşin ilginci, bilim de bunun farkında. Rasyonel akılla sezgisel yeni bir kavrama/anlama biçiminin birlikteliği diye tanımlayabileceğimiz yeniliğin kendi mecrasını bulup akabilmesini sağlamak için gerekli olan şey yaratıcılık olsa gerek (Sanatı bu nedenle son derece önemsiyoruz). Ancak yaratıcılık sayesinde, köklü değişimlere uygun yeni yapılar/kurumlar oluşturmak mümkün olabilir, onun yeni dili geliştirilebilir. İnsanın böyle olağanüstü durumlarda belli klişelere ve detaylara takılıp kalmamaları için, yaratıcılığın yaşadığı özgürlük ortamını kurup korumak, bir zorunluktur. Yaratıcı olmayan insanların kurduğu ve muhafaza ettiği kurumlar, içi boşalan kavramlar, artık taşlaşıp, geleceğin önünde engel teşkil eder hale gelmiştir. Kavramların yeniden tanımlanması, yeni kavramların bulunması gerekiyor. Bu durumler, bir düşünce/yaşam biçimi ve mantalitesinin iflas ettiği ve değişmekte olduğunu gösteren işaretlerdir. Değişim, doz artırarak geliyor. 2012 sonunda zirvesini yaşayacağımız etkiler, taşlaşmış yapıların kırılıp, yerine yenilerinin kurulacağını gösteriyor.
21 Aralık 2012, popüler kültürün ve medyanın uydurduğu bir masal değil. Bu tarihte Yeryüzü, hem Güneş'ten, hem de bilimin "Sirius" diye adlandırdığı Evren'in merkezinden (muhtemelen yeni keşfedilen bir Kara Deliğin içinden) 26.000 yılda bir aldığı kadar büyük ve yoğun etkiye maruz kalacaktır. Bilim adamlarına tüm bildiklerini unutturacak önemde başka bir durum daha söz konusudur: Evren'e "iradesi olmayan cansız madde yığını" olarak bakan bilim, Sirius'dan Dünya'ya gelen GRB ışınlarının neden doğrudan ve sadece Dünya'ya yöneldiğini ve başka bir gezegene neden gönderilmediğini açıklayamıyor. Evren bu noktada, adeta bilinçli davranıyor ve bu da bilimin ölü dünyasına ters düşen, muazzam bir keşif! Evreni, cansız madde yığını sanan bilime karşın Maya'lar, o ışınları bildikleri gibi, neden dünyaya yöneldiğini de biliyorlardı! Ve bu durum için Mayalar, "İnsanın yeniden akord edilmesi" diye bir deyim kullanıyorlardı. Gene Maya'ların ifadesiyle, Evrenin Merkezindeki, (Maya'ların "Evrenin Güneşi" dedikleri) Hunab-Ku'nun bir "İradesi" vardır. Biz buna "Tanrı'nın İradesi" de diyebiliriz.

Bilimin tesbitlerine göre, dünyaya yönelen GRB ışınları, insan DNA'sını yeniden programlama özelliğine sahipler. Yani ışınlar, bir tür irade gibi işliyor. Ama bir dönüşümü başlatacak yoğunluğa, 21 Aralık 2012'de ulaşacaklar. Kısacası insanlık çok somut bir değişim/dönüşüm durumuyla karşı karşıya görünüyor. Burada hatırlayacağımız bazı bilim adamlarının, sadece mental/ruhsal anlamda bir dönüşüm değil, bazı biyolojik değişimlerin de bu tarihte başlayabileceğini söylediklerine ve tezlerine değineceğiz. Asıl değişmekte (ve değişecek) olan şey, genel mantalite elbette. Ekonomik sistemin çöküşü de, bir anlayışın ve (kapitalist) yaşam biçiminin sonu anlamı taşıyor ve bu etkilerin doğal sonucu. Maya'ların deyimiyle, "Değişime direnen ölecektir". Bunu bilim adamları, -mesela NASA da- başka şekillerde ifade ediyorlar. Bütün bunlar günümüzün rasyonel "Bilimsel" mantığına uymadığı için dünya medyasının pek ilgisini çekmiyor malesef!
Sahici gerçeğin bizim gerçek saydığımız şeyle belki de hiç alakası yoktur! Yani dünyaya -pek yakında- öyle farklı bakabiliriz ki, daha öncesini "kısıtlı", "basit", "yanlış", "absürd", hatta "komik" bile bulabiliriz -hatta kafamıza uymadığı için, bugün yaşadığımız dönemi (bugünkü haliyle) unutabiliriz. Bilim adamlarının saptayıp açıklamakta çekingen davrandıkları üzere, şimdi birçok şeyi yeniden/bambaşka anlayacağımız bir döneme yaklaşıyoruz.
2012 yılının o çok merak edilen, hatta korkulan günü yaklaştıkça, bilimle kehanetlerin kesiştiği bir yerdeyiz artık. Söylenceler ve kehanetler, dünyada çok önemli değişiklikler olacağını söylüyorlardı, "masal" diye geçiştiriliyordu. Kehanetlerin derin bir anlamının olduğu fikrine bilim de sessiz-sedasız katılıyor artık ve bize bilmediğimiz yeni veriler sunuyor -çünkü onlar da hep gözlerinin önünde olduğu halde göremedikleri bazı şeylerin farkına varıyorlar...
(İslamcılar dahil) Herkesin esasen bilime inandığı, kehanetlere ve Tanrı'ya inanmadığı günümüzde, konuya bilimsel açıdan yaklaşmak, "inandırıcılık" açısından çok daha doğru olacaktır.
21 Aralık'dan itibaren olması beklenen değişikliklerin temelinde, dünyadaki (maddesel) hayat üzerinde en çok söz sahibi olan Güneş'deki değişikliklerin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu etkiler birden ortaya çıkmayacak. NASA verilerine göre Güneş'in beklenen etkisi, son yıllarda arttı, bu etkiler zaten gözleniyor. Ama etkiler, 21 Aralık 2012'de maksimum seviyeye ulaşacak. Ayrıca bu tarihte ultra boyutlarda devasa bir güneş fırtınası bekleniyor.
Güneş fırtınaları sonucu Güneş'in atmosferinde, (bilimin "Plasma" dediği) gazlar oluşuyor ve saatte milyonlarca kilometre hızla yayılıyor. Dünya'ya ulaşan gazlar, atmosferdeki manyetik alanları değiştiriyorlar. Son yıllarda, gene aynı dönemde, Galaksinin merkezinde, bir anlam verilemeyen hareketlenmeler gözlemlendi ve bu hareketlenmelerin de maksimum düzeye ulaşması bekleniyor. Maya Uygarlığı'nın Güneşteki ve evrendeki değişikliklere göre bir dinsel törenler takvimi kurdukları daha yeni anlaşıldı. José Argüelles tarafından açıklanan Tzolkin takvimi, Maya'ların dinsel tören takvimidir ve Güneşteki değişikliklerin tesadüflerle belirlendiğini sanan bilim adamlarına somut bir veri sunar, bunların bir takvimi olduğunu gösterir. Bu gerçeğin, daha birkaç yıl önce farkına varıldı (Bkz. José Argüelles, "Der Maya-Faktor"1986).
Güneşin yeryüzündeki hayatı etkilemesi, sadece güneş ışınlarıyla değil, dünyadaki manyetik alanlarla da doğrudan ilintili. Düşüncenin, insanın ruh halinin, spiritüel/mental hayatın ve sanatsal yatatıcılığın, dünyadaki manyetik alanlarla ilgili olduğunu bilmek, Güneşin etkisi konusunda yapılan araştırmaları da mercek altına almamızı gerektiriyor.
Konu, popüler medyada ille de gösterilmek istendiği gibi bir "felaket" değil, çok köklü doğal bir değişim/devrim ve yepyeni bir Başlangıç ile ilgili. Bu değişime uygun davranmak ise, herkes için hayati önemde. Değişimin, bazıları için bir tam bir felakete dönüşmemesi, buna bağlı. Bilim adamlarının sözleriyle durum aynen şöyle: "İnsanlığa, dışarıdan bir müdahale söz konusu". Maya'ların deyimiyle de şöyle: "İnsanlık yeniden akord ediliyor, yeniden yaratılıyor". (Bu konuya, bir sonraki yazımızda değineceğiz)
Böyle dönemler, yani bu etkilerin Güneş'ten ve Evrenin Merkezi'nden daha önce, daha zayıf dozda alındığı dönemlerde neler yaşandı? 21 Aralık ve sonrasında neler yaşanabilir? İşte bu sorular, hem insandaki/toplumdaki değişimin yönünü ve türünü anlamamızı sağlayabilir, hem de bu değişime uyum sağlamanın önemini anlamamıza yardımcı olabilir. (Sonuçta amacımız: Gerçekleşme ihtimali yüksek, hayati bir olaya hazırlanmak)
Maya takvimi, 21 Aralık 2012'de sona ermiyor, ama bundan sonra devam etmesinin bir anlamı yok, o nedenle sonlandırılmış. Tıpkı Türkiye'nin Cumhuriyet'in kuruluşı-undan sonra takvim birliği sağlamak amacıyla daha önce kullandığı diğer takvimleri bırakıp sadece Gregoryen takvimi kullanması, diğer takvimlerinin önemini yitirmesi gibi bir durum. Bu değişiklik, aynı zamanda, yeni bir devletin kurulması, yeni değerlerin kabul edilmesi gibi birçok köklü değişikliği de içeriyordu. Şimdi bunun çok daha büyük boyutlu global bir örneği söz konusu. Ve en önemlisi, bu "ruhsal dönüşüm", biyolog Dieter Broers'in deyimiyle, "de facto (dünyanın) dışarıdan yönlendiriliyor." (Bkz. Dieter Broers, "(R)evolution 2012" 2011) Ünlü biyolog, "böyle bir destek olmaksızın, insanlığın kendi kendini değiştirmekte yetersiz kaldığının anlaşıldığını" da ekliyor sözlerine. (age.)
Bilimin adını koymakla birlikte anlayamadığı ve tam anlamıyla tarif edildiği konu ise, rasyonel bilim tarafından temsil edilen gerçeğin dışında yeni bir 'Gerçeklik kalitesi'nin önem kazanacağının anlaşılması. Bu durumun bilimsel bir karşılığı olmadığından, çaresiz görünüyorlar bilimciler, ama biz buna "Sezgi/Intuition" diyoruz -ben kısaca: "İç sesini dinlemek" diye özetliyorum.
Göçebe kökenli Maya Halkı, son buz devrinde Bering Boğazını aşıp Asya'dan Amerika'ya göçtükten sonra, beşbin yıl boyunca göçebeliği sürdürmüş. MÖ. 2000'li yıllarda mısır ekmeyi keşfedip yerleşik kültüre geçmişler. Bence Maya'ların en önemli bilgisi/sırrı, Güneş Sisteminin de, Evrenin Merkezindeki bir "Güneş"in etrafında döndüğünü ve bunun fiziksel/spiritüel ankamını bilmeleridir. Yeni bilimsel verilere göre Güneş sistemi böyle bir merkezin etrafında dönüyor olabilir. Astrofizikçilerin, "Evrenin Kalbi" diye adlandırdıkları merkezin etrafında döndüğü sanılan Güneş Sisteminin, her turunu, 232 milyon dünya yılında tamamladığı tahmin ediliyor.
21 Aralık günü yaşanacak maksimum etkilerden ilki, Güneş'deki hareketlerin bir sonucu olacak. Kanadalı yazarlar Maurice Cotterell ve Adrian Gilbert, Güneş lekeleri ve insan davranışları/ruhhali arasında ilinti olduğunu gösteren kitaplarında, Maya takvimini esas alarak, çok daha fazlasını gösterirler: İmparatorlukların doğuşu ve çöküşü de, Güneşteki bu döngüler ve Maya takvimi üzerinden takip edilebilir! (Bkz. Maurice Cotterell/Adrian Gilbert, "The Mayan Propecies" 1995)
Son dönemde Galaksinin merkezindeki hareketlenme, Dünyaya gönderilen bu GRB (Gamma Ray Bursts) ışınlarıyla ilgili. Çok önemli olduğu için tekrarlayalım:
Işınlar, Galaksinin merkezi olduğu tahmin edilen Kara deliğin içinden geliyor ve bir projektör ışığı gibi doğrudan Dünya'yı hedef alıyor (Güneşi harekete geçiren ışınların da, gene aynı merkezden Güneşe yönlenmiş GRB ışınları olduğu sanılıyor). Maya'lar söylencelerinde, Evrenin Merkezi Hunab-Ku, Dünya'ya müdahale edip "İnsanlığı yeniden akord akord ediyor" diyorlar. Burada, müzik aletlerinin birbiriyle uyum içinde çalabilmeleri için akord edilmelerine benzer bir durum söz konusu. Anlaşıldığı kadarıyla insanın akordu bozulmuş vaziyette! -veya yepyeni bir akord yapılıp bambaşka bir müzik çalınacak! Bu ışınların bilinen en önemli özelliği, doğrudan insan DNA'sına etkimesi.
Uzun DNA molekülünün en önemli bileşenleri karbon molekülleri. Bir tür kristal olan karbon molekülleri, bu ışınları alınca, rezonansa kapılan diyapazonlar gibi davranıyorlar. DNA, ayrıca elektromanyetik etkilere karşı bir radyo anteninden farksız. Kısacası hem Güneş'den gelen etkilere, hem de GRB ışınlarına karşı duyarlı. Fakat bu ışınların dozunun muazzam bir şekilde artmasıyla, DNA'ların değişme ihtimali yüksek. Nasıl değişeceği konusunda bilimin bir fikri yok, çünkü sadece Dünya'ya yönelen bu "cansız" (saydıkları) ışınların, herhangi bir sonuç verebileceğini, bunun da "tesadüflere" (?!) bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Maya'ları dinleseler, kendilerini de aşmış olacaklar aslında. Maya'lar şöyle der: "Bu Işınların bir amacı ve hedefi var." Değişim/Dönüşümün hangi istikamette olacağı "tesadüflere bırakılmış" değil, yani "tesadüfleri" DE yöneten ve insanlığa dışarıdan müdahale eden bir irade söz konusu.
Büyük Güneş patlamaları sırasında ortaya çıkan Plasma'nın yeryüzüne nasıl etkidiği konusunda araştırmalar mevcut. Büyük bir hızla dünyaya ulaşan bu gazlar elektrik yüklü. Atmosfere büyük bir yoğunlukla ulaştıklarında büyük manyetik fırtınalara ve "Kutup Işıkları" diye adlandırılan fenomenlere neden oluyorlar. Biyolog Broers'in dikkat çektiği üzere, "Dünyadaki manyetik alanları ve canlıların hücre yapısını bile etkileyip değiştirebiliyorlar." 21 Aralık günü bu etkinin kritik bir noktaya olaşacağı tahmin ediliyor. Aynı zamanda GRB ışınları da maksimum düzeye ulaşacak.
İnsanlar üzerindeki etkisi konusunda bir fikrimiz var:
Bu ışınların iki farklı etkisi var. Bu etkilerin negatif versiyonunu ilk saptayan ve 1963'te bilimsel bir çalışmaya dönüştüren Psikiyatrist Dr. R. Becker, çalıştığı hastaneye belli dönemlerde daha fazla hasta geldiğini farkedince, bulaşıcı olmayan psikolojik hastalıkların belli dönemlerde neden arttığını incelemiş ve hasta sayısındaki artışın, Güneş patlamalarıyla bire bir örtüştüğünü anlamış. Daha ilginci, Becker, çizdiği artış grafiklerine bakarak, Güneş patlamalarının bir takviminin olduğunu da anlamış. Benzeri başka bir keşif ise, pozitif etkiler hakkında: Bütün büyük ve ölümsüz bestelerin büyük Güneş patlamalarının etkidiği dönemlerde yapıldığı saptanmış. (age.) Bilimin saptadığı üzere bu dönemlerin mental/ruhsal etkisi büyük bir yaratıcılık ve mistik/sezgisel (intuitif) yükselişe (ve psikolojik bozukluklar silsilesine) yol açıyor. Bunlardan hangisinin yaşanacağına da Maya'ların deyimiyle "Hunap-Ku'nun iradesi" karar veriyor olabilir!
Bilim, bu etkilerin nasıl (ve niye) olacağını bilmiyor.
Burada bizi asıl ilgilendiren, elbette, belli bir spiritüel yükseliş yaşayacak ve sezgisel boyutun bir manifestosu haline gelecek olan etkiler ve bu etkilerin ifade bulduğu insanlar. Çünkü Maya'ların bu insanlar hakkındaki ifadeleri çok net: "Kutsal görev için uyanan insanlar", "Yeryüzünün arınması", "Hunap-Ku gibi olacaklar" (Akord olup Onun frekansında titreşecekler).
Süper Güneş patlamaları sonrası Dünyaya ulaşan Plazmanın nasıl bir etkide bulunduğu konusunda da tahminde bulunabiliyoruz. Büyük ölçekli Güneş patlamalarından biri, aynı zamanda bir ölçü birimi gibi kullanılıyor ve adına da "Carrington gücünde Güneş patlaması" deniyor. Buradaki isim, 1859 yılında böyle bir patlamanın dünyadaki etkisini not alan/ölçen Richard Carrington'un ismi. Yıldızları gözlemlendiği İngiltere'deki gözlem evinde dev bir Güneş patlaması görmüş ve patlamanın ardından şunlar olmuş:
1. Kuzey Kutbu Işıkları benzeri (Polarlight/Polarlichter) beyaz ışıklar İngiltere'den görünecek boyutlardaymış -ki bu normalde imkansızdır. Onun ölçümlerine göre bu Işıklar Küba'dan bile görünmüş olmalı.
2. Telgraf ağı çökmüş. Haberleşme ağının ve elektriğin ortadan bir süreliğine kalkması, her halde en önemli pratik sonuç olmalı. Çok daha zayıf bir Güneş patlaması sonucu 1989'da Kanada'nın Quebec bölgesinde elektriklerin kesildiğini, elektrikli hiçbirşeyin çalışmadığını biliyoruz. Olayın bir benzeri 2003'de İsveç'te yaşandı. Bilgisayarlar işlemedi, toplu taşıma sistemi durdu, geceleri tamamen karanlıktı, gökdelenlerin asansörlerinde kalanlar oldu, cep telefonu şebekesi tamamen sustu.
NASA hesaplarına göre, bu patlamaların, tarihteki en büyüğü 21 Aralıkta yaşanabilir. Böyle birşeyin olması ve dünyanın büyük bir bölümünde elektriğin ortadan kalkıp "bir süreliğine" (?) gelmemesi, bildiğimiz "modern kapitalist uygarlığın" sonu olabilir.
Asıl önemli olan, böyle durumların ortaya çıkması halinde, sisteme özgü eski kurumlarda/ilişkilerde ve üretim-tüketim mantığında ısrar etmemek, "değer"i paraya endekslemeye son vermek, ücretli çalışma biçimine/sistemine son vermek, yeni bir düzenin kuruluşu için çabalayacak yeni insanlara yol açmak. Bütün bunlar, bilimin tahminine, Maya'ların kehanetine/tahminine uymayabilir, veya herşey daha uzun bir sürede gerçekleşebilir. (Bkz. bu blogdaki 2008-2024 dönemi yazıları)
Bizim bildiğimiz ve emin olduğumuz konu, Türkiye'de de gördüğümüz üzere, iki önemli istikametin ortaya çıktığıdır. Bunlardan ilki, ekonomik krizden paranın krizine ve kapitalizmin krizine uzanan ve hatta Hans Sedlmayr'ın daha 1964'de söylediği gibi, "İnsanlığın krizi" şeklinde ifade edilebilecek arıza bir milletin doğduğudur. Neoliberal dönem, bu milletin azdığı dönemdir. Alternatif Nobel ödülünü bugün alan Hayrettin Karaca'nın deyimiyle, "Gözü açlarla karnı açlar" arasında kesin bir ayrım yapmalıyız ve insanlığın laneti olan "Gözü açları doyurMAmalıyız." (Ve galiba, onların gözünü toprağın doyurmasına izin vermeliyiz.)
Diğer istikamet: Doğayla barışık/uyumlu, spiritüel yanı yüksek yeni bir çok boyutlu yaşam biçimi. Bugün "kapitalizm" diye özetlediğimiz "delice üretim/tüketim/büyüme" gözdoymazlığını reddedenlerin istikameti. Hayrettin Karaca, bu çizginin örnek insanlarından biridir, Ömer Madra da öyledir. Başkaları da vardır ve olacaktır. Onlar gibiler, Yeryüzünü, "bozuk insanlığın krizi ve kiri"nden kurtarıp, doğa ve yaşam adına yeniden fethetmeye hazırlanıyorlar. Göğün iradesi bu istikamette -öyle görünüyor.