ABD, bir polis devleti olmaya mı hazırlanıyor?

Geçtiğimiz yılın son günü Başkan Barack Obama yeni bir yasayı onayladı. ABD'nin milli savunma bütçesini belirleyen yasanın (NDAA 2012) en ilginç yanı, kriz zamanlarında silahlı güvenlik güçlerine inanılmaz yetkiler vermesi. Yasanın bu kısmı, 11 Eylül 2001 saldırılarından sadece bir hafta sonra kabul edilen başka bir yasaya (AUMF 2001) dayanıyor. Son yasayla Amerikan güvenlik güçleri, "kriz dönemlerinde" (?) hiçbir mahkeme kararına gerek duymadan, "kuşkulandığı" yerli/yabancı herkesi gözaltına alabilecek ve bu yetkilerin süresi sınırsız olacak. Bu konuda demokratik/kamusal bir kontrol yok (gibi). Sadece "Meclise düzenli olarak bilgi verilecek" gibi muğlak bir ibareyle yetinilmiş. 1787'de kararlaştırılmış Amerikan Anayasası'na aykırı. Obama bir hukukçu, attığı imzanın ne anlama geldiğini biliyor olmalı. Bu yasayla ABD, istediği zaman, bir polis devletine dönüşebilir.

Amerikalılar yasaya tepkili. Ama burada da "ikiyüz gram doğruya yüz gram yanlış karıştır" metodu izlendiğinden, elbette işin "bütçe" kısmına bakıp yasayı güzellemek isteyenler de çok, ama orası ABD! Çok daha sağlam bir demokrasi geleneğine sahip, Occupy Wall Street hareketi bunun kanıtı. Apolitikleştiren neoliberal dönem, yeni muhafazakar (eski Solcu) entelektüellerin mücadeleci demokratik değerleri bozması, etkisini gösteriyor gene de. Toplumsal muhalefet yeterince güçlü değil, demokrasiye sahip çıkmak konusunda düşük performans sergiliyor. Bugün olanların onda biri 1970'li yıllarda olsaydı ülkelerin altı üstüne gelirdi -Türkiye'de de böyle. Buradan, demokrasi denen şeyin asıl koruyucusunun, mücadeleci Sol zihniyet olduğu da anlaşılıyor. Demokrasinin eski ya da yeni muhafazakarlar tarafından ne kurulmasının ne de korunmasının mümkün olmadığı da kanıtlanıyor. Burada, sevgili Ingo Schulze'nin akıllardan çıkmaması gereken sözüne hep geri dönmek istiyorum: "Kapitalizmin demokrasiye ihtiyacı yok." Ama halkın var bence. Halk demokrasiyi, cesur mensupları sayesinde mücadele ede ede kazandı. Bunu hafife alan, demokrasiyi önemsemeyen muhafazakarlaştırılmış halklara da izninizle "kurbanlık koyunlar" diyorum. Zaten demokrasiyi iptal etmeye meyilli siyasiler de biraz buna ve 'vatandaş'ı 'müşteri'ye dönüştüren "serbest" piyasaya güveniyorlar. Tabii aşırı bir güven bu. Çünkü halkı iyice susturmak, politikacı-bankacı-büyükpatron ittifakının sistemi kurtarmasına yetmez. Halkı siyasi anlamda iptal etseler bile sistemi bu haliyle sürdüremezler. Bunu burada açıklamayacağım, çok anlattık.

Sistemin krizinin artık dönülmez bir noktayı aştığı, ortalığın karışma ihtimalinin (özellikle Amerika'da?) yüksek olduğu anlaşılıyor. Obama'nın yılbaşında imzaladığı kanunda bir de İran'a karşı yaptırımlar var! İran'ın Dünya kamuoyunu Hürmüz Boğazı'nı kapatmakla tehdit etmesi olayı da cabası. ABD'nin bu tehdide yanıtı çok sert oldu. Ama savaş olursa bunu sahiden de başarabileceğine dair işaretler var. Ayrıca İsrail ile ABD'nin ortak askeri tatbikatı son anda iptal edildi (Nedeninin, Mossad'ın Amerikan gizli servisleri aldatıp kullanması sanılıyor). Böyle zamanlarda böyle tesadüfler artar! Kimbilir daha neler göreceğiz. Kısacası, İran savaşı çıkarsa, ekonomi çok daha fazla sallanabilir. Batılı Demokrasilerin buna reaksiyonu "Doğulu Demokrasi" olmak olabilir. Bildiğimiz demokrasinin acımadan adım adım budanması böyle bir intihar tribi taşıyor, ancak demokratik ortamda ortaya çıkabilecek diğer alternatifleri doğmadan öldürüyor.
Demokrasi mücadelesi, bir insanlık mücadelesi haline geliyor. Bunun mümkün olduğunca tehlikesiz ve akıllı bir şekilde sürdürülebilmesi için, herkesin aktif demokrasi mücadelesine katılması gerekir. Bunun anlamı, herkesin bağırması, sokağa dökülmesi kesinlikle değil. Onun yerine demokratik haklarının bilincinde olmak ve aktif bir şekilde bu bilinci göstermek, uyumamak, korkmamak...
Bu mücadeleyi verirken, hayatı bir karabasana çevirmemek, herşeye rağmen nefes alan, gülen, konuşan, şarkı söyleyen, okuyan, saygılı sevecen iyi insanlar olmaya dikkat etmek gerekiyor. Gücü iyilikten, güzellikten sevgiden ve cesaretten alacağız.

Ben son olarak, Ingo Schulze'nin, demokrasinin ilgasının nasıl adım adım geldiğine/gelebildiğine işaret eden fikirlerine değinmek istiyorum (Süddeutsche Zeitung, "Kapitalismus braucht keine Demokratie" 13.1.12).
Gelişmeler, demokrasinin ilgası, toplumun zengin/fakir diye ikiye ayrılması istikametinde ilerliyor. Sosyal hayat, eskisine göre çok daha ekonomize edilmiş durumda. Yani her türli sosyal devlet hizmeti özelleştirilmiş durumda ve parasız hizmet sayısı daha da azalıyor. Ama Schulze'nin de değindiği en önemli konu şu: Toplımun kendi vergileriyle finanse ettiği sosyal devlet hizmetlerinin satılıp özelleştirmesine, ona ait kamusal mülkün ve hizmetlerin elinden alınmasına tepki vermedi gibi birşey. Schulze, toplumun kendi refleksleriyle kendini koruyacağını düşündüğünü ama yanıldığını söylüyor. "Kazanımlar özelleştirilirken, kayıplar (bankaların iflasları) kamulaştırıldı." Batan özel bankaların, bütçedeki halkın parasıyla neden kurtarıldığının mantığı yok. Bunun demokrasiyle hiç alakası yok.
Halkın tepkisi büyük, ama eskisi gibi acıtıcı eylemlere dönüşemiyor, dönüşmemesi için de şimdiden önlemler alınıyor. Öyle görünüyor.
Schulze'nin de dile getirdiği ve bizim burada yıllardır anlatmaya çalıştığımız bir diğer önemli konu, politikacıların yeni sorunları anlamakta ve anlatmakta tamamen aciz kalmalarıdır. Schulze yazmamış ama sorun, politikacıların ancak belli bir konteks içinde varolabilmeleri ve konteksin (sistamin) gerçek dışı hale gelmesidir. Doğu Almanya kökenli Schulze'nin burada eski Doğu Alman Politikacılarının gerçekten kopukluğunu örnek vermesi çok ilginç. Kendini kıyaslayacağı farklı politikacının olmadığı, her politikacının aynı tip olması, politika niyetine parti ideolojisini yazıp konuşmaları ama bunun gerçekle alakasının olmaması gibi bir durum. Şimdi demokrasiyi kısarak sorunlarla daha kolay başedilebileceğini düşünmek de buna benziyor.
ABD'nin polis devleti olmaya hazırlanma belirtilerine karşı mücadele, sadece Amerikalıları değil, herkesi ilgilendiriyor. Amerikan demokrasinin işlemesi ve oradaki demokrasi hareketinin gücü, dünya barışı için de tayin edici önemde olabilir.

ABD, Gerald Celente'ye ve Prof. Chossudovsky'ye bakılacak olunursa, en/tek güçlü yanını ön plana çıkararak militaristleşiyor ve askeri gücünü kullanarak yeni bir düzen kurmaya çalışırken, bir cumhuriyet olmaktan da çıkıyor. Acaba böyle mi oluyor, yoksa bu gelişme hem böyle değil hem de bu sonuca ulaşmayacak mı? Bütün bu sorular ve yanıtları, insanların toplumlarına ve ülkelerine sahip çıkmalarına bağlı. Demokrasi, kendi toplumunu kendi isteğine göre şekillendirebilmek demektir. Sistemin bir avuç azınlığı için herşeyi onların çıkarına göre zorla eğip bükmek, kabul edilemez. Bu çok açıktır. Bu anlayış benimsenirse, kriz de önlenecektir. Çünkü kriz, yola aynen devam etmekte ısrar eden eski zihniyetin ve düzenin krizidir. Kimsenin canı yanmadan herşeyi değiştirmek de, ancak konuşarak olacaktır. Demokrasi kültürüne sahip Amerikalıların bunun üstesinden gelmelerini umuyor ve istiyoruz.