Bir 'Üçüncü Dünya Savaşı senaryosu'nu konuşmak! Ve Türkiye

2009'un daha ikinci haftasında Reuters ajansı abonelerine pek de dikkat çekmeyen bir haber geçti. Konu, ABD'den İsrail'e yapılan büyük ölçekli silah ve mühimmat sevkiyatıydı. Olayın bir haber değerinin olmasının nedeni, sevkedilen silah miktarının olağanüstü miktarda olmasıydı ve bu konulardan anlayan uzmanlar tarafından da "olağanüstü" diye nitelenmesiydi. 3.000 ton silah ve mühimmatın İsrail'e taşınması için Pentagon, bir Yunan deniz taşıma firmasıyla anlaşmıştı (Aralık ayında da 2.600 ton silah ve mühümmat İsrail'e gönderilmişti) ve malzeme, Yunanistan'daki Astakos limanına getirilip, oradan Yunan gemileriyle, İsrail'in Ashdot limanına taşındı.
2009 yılı bize başka birşey daha hatırlatıyor. WikiLeaks belgelerinde İsrailli yöneticiler o yıl Türkiye'yi, "Batı'nın kaybettiği İslami devlet" olarak tarif ediliyorlardı. Yani Türkiye, şaka-maka "karşı taraf"tan sayılmanın eşiğinde bir yer olarak tarif edilmiş oluyordu, çünkü burada Kanadalı ekonomi profesörü Michael Chossudovsky'nin "Üçüncü Dünya Savaşı Senaryosu"nu konuşacağız. Globalleşme karşıtı kuşkucu Chossudovsky'nin yeni çıkan e-kitabıyla birlikte eski makalelerini de okuduğumuzda, "atom silahlarının da kullanılacağı" bir savaşın, bir dizi İslam ülkesine karşı adım adım "başlatıldığı" iddiasını ve bunun ilginç argümanlarını görüyoruz.
Tabii konu sonuçta, akıllı bir komplo teorisi gibi de okunabilir. Ama profesörün yazdıklarından derlediğimiz senaryoyu -farklı bir perspektif olması nedeniyle- sizlerle paylaşmanın doğru olacağını düşünüyoruz, zira bir Türk atasözü şöyle der: Korkulu rüya görmektense uyanık kalmak hayırlıdır...

2009 başında İsrail'e gönderilen mühimmat, sadece çokluğuyla değil, içeriğiyle de dikkat çekiyordu. "Normal mühimmat" diye deklere edilen silahların arasında mutlaka çok "özel" silahların olması gerektiğini göstermeye çalışan Chossudovsky, kuşkularını destekleyen haberlere yer veriyor yazılarında. İsrail ordusu, daha 2008 Kasım ayında ABD'den, GBU-39 tipi beton delici (bunker buster) roketler almıştı. Gazze'de de kullandığı bu silahların/roketlerin her biri, 130 kilogram. İsrail bunlardan bin adet aldığına göre, hepsinin toplam ağırlığı 130 ton tutar. Peki yeni aldığı 3.000 ton tutarındaki silahlar ne olabilir? İşte burada duralım...
İsrail'in GBU-39 tipi roketleri malum. İki metre kalınlığındaki beton sığınakları delebilen bu silahların bir de "büyük" versiyonu var. Burada fazla ayrıntıya girmeyeceğiz ama şu kadarını söylemekte fayda var. Chossudovsky, İsrail'in ABD'den uranyum kaplama başlıklı GBU-28'lerden aldığını söylüyor. Bu roketlerin her biri, başlığıyla birlikte 2.2 ton ağırlığında, her biri küçük bir felaket demek. Yazar, şu anda İsrail'in elinde, İran'daki tüm hedefleri vurabilecek kadar GBU-28 roketi olduğunu söylüyor. Bu roketlerin bir ton ağırlığındaki başlıkları, yerin çok derinlerindeki tüm hedefleri rahatlıkla vurabilecek kapasitede. GBU-28, beş metre kalınlığındaki özel çelik-betonu delip patlıyor. Bu silahların ilk versiyonları ilk kez 1991'de Irak-İran savaşında İran'a karşı kullanılmış.
Ayrıntıların bir kısmını buraya da alıyoruz, çünkü Chossudovsky, "smart bobb" gibi sevimli adlar altında yaygınlaşan atom silahlarına ve onları pazarlayan atom silahları lobisine vurgu yapıyor. Aynı zamanda atom reaktörleri kuran bu firmalar, en tehlikeli silah tüccarları olabilirler mi?
Böyle stratejik önemdeki ve miktardaki silah satışları için Amerikan Senatosu'nun devreye girip karar alması gekiyor. İlginç olan, GBU-28'lerin İsrail'e verilmesi prosedüründe, böyle bir karar bulunmuyor. Pentagon bunu gizli tutmuş olabilir mi? Yoksa bütün bunlar bir kuruntudan ibaret mi?
GBU-39'ların böyle bir prosedür sonucu İsrail'e verildiği biliniyor, ama GBU-28'ler hakkında bir senato kararı yok. Üstelik sevkiyatın gerekçesi hakkında çelişkili açıklamalar yapıldı.
Chossudovsky, geçtiğimiz yıllarda, savaş hazırlıklarını çağrıştıran olaylar hakkında bazı detaylı araştırmalar yapıp yayınladı. Bu araştırmalardan biri de, Libya'ya yapılan askeri saldırıydı. Yazarın iddiasına göre ABD'nin savaş planlarında Libya, 20 yıldır önemli bir yer tutuyor ve Libya'ya saldırı planları yeni değil. Yazarın iddiasına göre ABD, Clinton döneminden beri Libya'ya karşı -nükleer silahların da kullanılabileceği- bir savaş planlıyor (yani savaş planlarına sahip). Büyük ordular, başka/komşu ülkelere karşı kullanılabilecek gizli savaş planları yaparlar, Amerikan Ordusu, türünün tartışmasız en büyüğü (ve ABD de, sistemin en merkez ülkesi) olarak, Libya'ya karşı (hatta belki Türkiye'ye karşı) kullanabileceği planlar yapmıştır. Ama Chossudovsky'nin yazdıklarından, çok daha büyük bir savaş tablosu çıkıyor. Yazar, ABD'nin "Beş yıllık savaş planı"yla (veya planlarıyla) adım adım global bir savaş başlattığını/yürüttüğünü iddia ediyor ve bu savaşın adımlarını da anlatıyor (-hatta buna karşı nasıl bir "Dünya Barış Hareketi" kurulabileceğinden bile bahsediyor). Uyarının ciddiye alınması gerektiğini söyleyelim.
Yazar yeni e-kitabında, önemli bir noktaya dikkat çekiyor: Nükleer enerji lobisi... Fukushima'daki atom reaktörünün adeta küçük bir atom bombası etkisi yaptığını unutmamak gerek. Chossudovsky de buna dikkat çektiği kitabının ilk bölümünde nükleer enerjinin -neoliberal dönemde- özelleştirilmesi üzerinde duruyor. Yazarın şu sözüne burada kocaman hak veriyoruz: "Atom enerjisi, normal ekonomik aktivite/girişim sayılamaz." (Bkz.: Michael Chossudovsky, "Towards a World War III Scenario") sayılamaz, çünkü kazananı olmayan "atomar savaş"ını Ticari meta" haline getirmenin ahlakî hiç bir yanı yoktur. Böyle tipler insan olamaz -belki sahiden de değildirler!..
Chossudovsky yazılarından birinde, Libya'ya karşı yapılan NATO operasyonunda kullanılan B-2 Spirit hayalet uçaklarının, her biri bir Fukushima "üretebilecek" boyuttaki nükleer silahları taşıyabilecek tipte uçaklar olduğunu, öyle düşünüldüklerini söylüyor. Üstelik bu uçakların, Amerika'daki Whiteman üssünden komuta edildiklerini, bu üssün, Amerikan atom roketlerinin de komuta merkezi olduğunu öğreniyoruz. Yazar kitabının dördüncü bölümünde dünya savaşı senaryosunu anlatıyor. ABD'nin ekonomik nedenlerle ve petrol için savaşacağı ihtimali esas alınırsa, Chossudovsky, savaşın yeniden "Kötüye karşı insani savaş!" formatında devam edeceğini ve savaş listesindeki ülkelerin de sırasıyla Libya, Suriye, Lübnan, Somali, Sudan ve İran olacağını tahmin ediyor. İran'a karşı savaşın ertelenmek zorunda kalındığından bahseden yazar, İran'ın nükleer silahlara sahip olabileceği ihtimalinin, saldırıyı önlediğini yazıyor.

Senaryo ve yorumu...
Chossudovsky bir bilim adamı. Somut bilgilerden yola çıkıyor ve dürüst bir entelektüel olduğu için, kendi tarafına yani Batı'ya eleştirel açıdan bakıyor. Türkiye'de bir tek entelektüelin bile "İsrail'e karşı savaşa Hayır" diyemediği, bu konuda herkesin "Doğu entelektüeli" haline gelip "eleştirmeden devletinin yanında yer alıp ona sahip çıktığı" bir dönemde, Batı'yı eleştiriyor. Ve tabii asıl ABD'yi ve İsrail'i hedef alıyor. Chossudovsky'nin bahsettiği ABD-NATO-İsrail cephesinin karşısına İran-Suriye-Sudan-Lübnan-Somali-vs. gibi devletleri koymasını ben "bilimadamlığına" veriyorum!
Yazarın iddia ettiği gibi bu bir petrol/ekonomi savaşıysa -ki aksi düşünülemez- daha cesur olup, o petrolün asıl sahiplerinden ve sahip olmak isteyen diğer ülkelerden de söz etmesini beklerdim doğrusu... Ayrıca çok daha önce yazdığı gibi, bu savaşın -eğer ona "III. Dünya Savaşı" diyeceksek bir diğer önemli nadeni/faktörü para birimidir! Yani "Dünya parası Amerikan Doları", Euro piyasaya çıktığından beri sallanmaktadır. Chossudovsky'nin de dediği gibi, "klasik" bilgi şöyle der: "Paraya hükmeden, güce de hükmeder." Şimdi şahsen benim istediğim şeylerden biri de, dünyanın tüm paracıl ruhsuz salaklarının bu "klasik" bilgiye inanmaya/imanetmeye devam etmesidir! Gerçekler daha farklı. Şu anda sadece Dolar ve Euro değil, para mefhumu çöküyor. Dünyanın devasa para rezervlerine sahip Çin, Kore ve Japonya da zor durumda. Chossudovsky'nin ABD ve AB arasındaki zıtlaşmayı görmesi doğru bir tesbit olmakla birlikte, daha tâli bir durum elbette.
Olası bir savaşlar serisinin -Chossudovsky'nin tezini kabul edecek olursak- halen sürmekte olan biçimi, geleceğin enerji alanlarını kontrol şeklinde devam ediyor. Bu kaynakların başında petrol var gibi görünse de, "Güneş enerjisi" konusunu henüz hiç kimse görmüyor. Avrupa'nın en önemli askeri gücü Fransız ordusunun Libya'da bu kadar cüretkarca rol çalmasını başka türlü yorumlamak da mümkün. Fransa, Avrupa'yı petrol bağımlılığından kurtarmaya talip. Mısır-Libya arasında Sahra'daki bir bölge, dünyanın en yoğun güneş ışınları alan yeri, ayrıca Libya'da petrol de var tabii.
Çin'in Afrika'daki etkisini kırıp Avrupa'nın ve ABD'nin etkisini artırmak hedefiyle 'Arap Baharı'nın kullanıldığı da malum. Chossudovsky'nin bakış açısıyla devam edecek olursak bunu, Doğu ile Batı arasında güç mücadelesi diye de okuyabiliriz. Ama buradaki 'asıl' Doğu, Suriye falan değildir. Buradaki asıl Doğu, Rusya-Çin-İran olabilir. Kısacası, Batı merkezli global sistem kendi merkezî rolünü korumak için ve hızla azalan yeraltı kaynaklarını kontrol etmek için rakibi Doğu ile bir güç mücadelesinde ise -ki öyle de okunabilir- bunun para boyutunu gözardı edemez. Para Çinde! Tüm sistem fiktif/hayali değerler üzerinden işliyor ve bu sistem içinden Çin'i çıkarmak mümkün değil. O halde savaşın nedenine daha dikkatle bakmak zorundayız. Savaş, aslında bir para savaşı, daha doğrusu bir 'borç' savaşı olabilir. Ortada, ödenmesi imkansız borçlar ve maddi karşılığı olmayan, değerini muazzam ölçülerde (yüzde 97) yitirmesi geken devasa bir finansal yapı var. (Kapitalizm, Robert Kurz'un bu yaz söylediği gibi "sıcak havadan ibaret" halde!) Bu surdürülemez durumdan kurtulup yeni bir sayfa açmak için en "klasik" ve kesin yol, savaş.

Olası savaş ve Türkiye...
Turkiye'nin 'Arap Baharı' sonrasında yedi cihana savaş ilan eder gibi davranıp, Başbakan'ın önüne geleni paylaması ve tehdit etmesi, elbette bu butünden ayrı düşünülemez. Bunun için ayrı bir yazı yazmak gekir elbette. Ama şu kadarını söyleyelim: Türkiye, Başbakan Erdoğan'ın "Van minüt!" çıkışı ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun büyük Anglosakson gazetelerine "Osmanlı olmak istiyoruz" açıklamasından beri oldukça yalnızlaşmış durumda. Türkiye son anda düzeltmeye başladığı tehlikeli bir güzergahta ilerliyordu. Başbakan Birleşmiş Milletler'de konuşup Filistin'i savunurken Filistin Cumhurbaşkanının ve Arap ülkeleri temsilcileri tarafından dinlenmemesi, Ortadoğuda arabulucu rolünü, Arap yönetimlerini ve İsrail yonetimini yitirmesi, herkese meydan okurken Türk Ordusu'nun generallerinin tutuklanmaya devam edilmesi, bir tür intihar ibi gibi duruyordu. Türkiye klasik dış politikasına döneceği sinyalleri vermeye başladı -ki akıllıcadır.
Türkiye, geleceği belirleyecek birkaç ülkeden biri olabilir...
Bunu bir çok "stratejist" de söylüyor. Ama söylemedikleri şu: Bu Türkiye değil...
Geleceği belirleyecek Türkiye neden bu Türkiye değildir? İşte bu soru, yeni bir yazı gerektiriyor. Şimdilik bu soruya kısa bir yanıt verelim: Hz. Yusuf, Firavun'un rüyalarını yorumlarken ona, "7 yıllık tokluk döneminin ardından 7 yıllık açlık döneminin geleceği"ni soyler. Firavun, tokluk zamanında açlık zamanı için önlem alır. Mısır uygarlığı bu sayede beşbin yıl yaşamıştır. Şimdi bir devir sona eriyor. Kapitalizm devri kapanıyor -finalini yaşıyoruz. Neoliberal sıcak para numaralarına, ihaleci Sultan Süleyman "büyüklüğü"ne ve hiçbir sonuç alamayan kuru afra-tafra "dış politikası"na dayanan bir Türkiye, ancak hayali "Neverland" dünyasının geleceğini belirleyebilir -reel dünyanın değil!..
Chossudovsky'nin bakışıyla yaklaşırsak Türkiye, "Yeni Osmanlı" çizgisiyle devam ederse, anca bir provokasyon malzemesi olabilir. Her zaman, savaşları çıkaracak "idealist" görünümlü "cüretkar" politikacılara (ve ülkelerina) gereksinim duyulur. Çok "cesur" olan böyle adamlar ve ona tapan halkları, bu tür tayin edici savaşlarda, "yangında ilk kullanılacak" yanıcı malzeme rolü üslenirler. Bu rolden derhal çıkmak çok önemli. Savaş dilini terketmek daha önemli. Tabii bu dili iç politika için özellikle kullanan bir Başbakan ve Hükümetle bu nasıl olacak belli değil...
Savaşın pasif halden daha aktif bir hale geçebilmesi için bir provokasyona ihtiyaç duyulabilir. 11 Eylül olayına benzer bir olay yaşanabilir. Türkiye'nin -yeni ve alternatif bir global düzenin istikametinde hareket ederek yön verici bir ülke olabilmesi için- ilk yapması gereken, "Yurtta sulh, cihanda sulh" politikasına dönmesi ve oradan devamla (pasif değil) aktif bir global barış politikası uygulaması gerekir. AKP Hükümeti, Türkiye'nin bu tarihi başlangıç noktasını önemli ölçüde tahrip etmiş ve Türkiye'nin inanırlığının altını oymuştur.
Bölgede olası savaş, İsrail'e karşı yapılabilecek bir "saldırı denemesi!" ardından, "mazlum" duruma düşmüş İsrail'i korumak için başlayabilir! Türkiye'nin bu tezgahta kesinlikle yer almaması, varlığını sürdürebilmesi için tayın edici önemde. Yazıya burada son veriyoruz (çok uzadı).
Bu konu ve 'Geleceğin Düzeni' konusu, burada daha -çok konuşulacak elbette.