Arap baharının anti-islamcı nedenleri ve Türkiye'deki benzerlikleri üzerine

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki devrimler, 2000'li yıllarda dikkat çekmeye başlayan, 2011'de nitel bir dönüşüm halini alan yeni bir gelişme. Birçok gelişme gibi, önce ayrıntılardan okunabilecek bir durumdu ve tüm küçümseyen ifade ve imalara rağmen bir devrimdir. Burada sorulması gereken soru, Arap Baharı'nın bir devrim olup olmadığı değil, nasıl bir devrim olduğudur. 
Toplumların değişiminde ekonomi kadar eğitim politikalarının da etkili olduğunu ve "günlük eğitim" diye anlaşılabilecek basının (ve tabii özellikle internetin) bu konuda, sanıldığından çok daha önemli bir rol oynadığını söylemek gerek. Ekonomi, sadece Arap ülkelerinde değil, Türkiye'de de bir sonradan modernleşme dalgasına paralel olarak neoliberal bir globalleşme eşliğinde yeni zümreler üretti (Türkiye'de zenginleşen İslamcı çevreler). Fakat mesela Türkiye'deki İslamcı çevrelerin okul/eğitim takıntısına ve 1980 sonrasına özgü otuz yıllık neoliberal dönemin yasakçı atmosferinde hayat bulabilen "İmam-Hatip kültürü"ne (yani kültürsüzlüğüne) rağmen, postmodern eğitimin kendi dinamikleri işledi... Ve ekonominin/zenginleşmenin bireyleşmeyi destekleyen yanları, yeni bir ivme kazandı. İdeolojik eğitimler ve eğilimler, etkilerini yitirdiler. Doğu Bloku'ndaki Sovyet tipi endoktrinasyonun (Türkiye'de de "Resmi İdeoloji" diye adlandırılan Kemalist endoktrinasyonun) bozulması gibi, şimdi de İslamcı endoktrinasyonun bozulmasına şahit oluyoruz. Fakat Ortadoğu'da "hayat" bulabilen İslamcılık ideolojisi, sadece neoliberalizme ideolojilik yapmakla sınırlı bir şey değil. İslamcılık, bir anlayış olarak, İslam öncesinin "kadim!" Ortadoğu muhafazakarlığına da (yani poligam 'Cahiliye Devri'ne de) yaslandığı için, kadın taşlayan katı ataerkil aile anlayışından tutun da, bu anlayıştan kaynaklanan tekadamcı totalitarizme kadar, peygamberler öncesinin muhafazakarlığını, postmodern formatta yeniden üretiyor. Arap devrimleri, herşeyden önce bu eski muhafazakarlık türüne karşı bir ayaklanma olmak özelliği taşıyor. Yoksa gösterilerdeki -hiç olmadığı kadar- yoğun kadın katılımlarını ve özgürlükçü talepleri anlamak mümkün değil. İslamcılık ve Ortadoğu despotizmi karşıtı devrimci gelişmeyi, Arap ülkelerinde son on yıldaki demografik/sosyal gelişmelere bakarak okuyabiliriz.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın İslam coğrafyasında son on yılda yaşanan en önemli sosyo-kültürel gelişmenin okur-yazar oranındaki çok büyük artış olduğunu söyleyebiliriz. Ekonominin dinamiklerinden ayrı düşünülemeyecek ikinci önemli değişime, Fransız düşünür Emmanuel Todd dikkat çekmişti. Todd, İslam coğrafyasında Endogaminin -yani kuzenlerin kendi aralarında evlenmesi- olayının hızla düştüğünü gözlemlemiş ve bunu bir söyleşisinde de anlatmıştı (Der Spiegel dergisi, 2011 Nisan ortası). Aile içindeki ataerkil sıkı kontrol ve baskının azalması istikametinde ilerleyen bir dizi yeni gelişme, İslam dünyasında yeni ve hızlı bir bireyleşmeye tekabül ediyordu. Bu gelişmelerin 2000'li yıllarda başlayıp, son beş yıl içinde büyük bir ivme kazandığını belirtelim. Bu gelişmelerin sonucu, kitlelerin ideoloji üzerinden kontrolünün hızla etkisizleşmesi olmaktadır.

Diğer etki, özgürleşmeyle ilgilidir. İnsanların okumaya ve düşünmeye başlaması, dogmalara dayanan İslamcılık ideolojisinin de zayıflamasına ve bireyin özgürlüğü düşüncesinin giderek ön plana çıkmasına neden oldu. Benzeri bir durumun daha önce Sovyetler Birliği'nde ve Doğu Bloku'nda yaşanmış olmasına bakarak, Ortadoğu despotizminin ve onun yeni bir versiyonu olan İslamcılığın da benzeri nedenlerle bozulmakta olduğu söylenebilir. (İnsanları doktrine etmek sadece Lenin kitaplarını ve Nutuk'u ezberletmekle olmaz. Kutsal kitaplar da ideolojik malzeme seviyesine indirgenmeye çalışılabilirler.) İslamcılık, bu açıdan modern bir ideolojiden başka birşey değildir. 
Okur-yazarlık, Arap dünyasında hızla artmıştır ve bunun önemli sonuçları olmuştur. Mesela kadın doğurganlığı, okur-yazarlığıyla ve eğitimlerinin artmasıyla birlikte hızla düşmüştür. Arap dünyasında 1975 yılında kadın başına düşen çocuk sayısının 7.5 iken 2005 yılında bu sayı 3.5'a gerilemişti. Mesela bugün Tunus'ta kadın başına düşen çocuk sayısı, Fransa ile aynıdır. Bu demografik veriler önemlidir. Hatta Ortadoğu despotizminin yaşayabildiği demografik bir sınır bile mevcuttur: Üç çocuk! (Bu size birşey hatırlatıyor mu?!) 
21'inci Yüzyıl başında Arap dünyasında eğitim "İslami" veya yoğun Kur'an kursları/okullar üzerinden "İslamcı" oladursun, neoliberal globalleşmenin etkilerinden 'hızlı iletişim' ve 'internet' gibi olgular, alttan alta ikinci bir "eğitim" delgasını tetiklemiştir. Bu "eğitim" dalgası, insanların kendi özgür iradeleri ve sınırsızlık üzerinden çok hızlı gelişmiştir ve kesinlikle tekadam despotizmine karşı özgürlükçü bir çizgi haline gelmiştir (tersi, insan doğasına aykırı olurdu).
Neoliberal dönemin kültürcü özelliklerinin başında 'diyaspora'ların güçlenmesi ve ulus-devletlerin kontrolünün dışına çıkmaları geliyordu (Türkiye kökenli veya Türkiye ile ilgili en önemli diyasporalar: Pennsylvania'daki Fethullahçı diyaspora, Fransa ve Amerika'daki Ermeni diyasporası ve Avrupa'daki Kürt diyasporası). 2008 dünya ekonomik kriziyle birlikte diyasporalar güç kaybetmeye başladılar. Ekonomiyle ve neoliberal ekonominin siyasi ifadesi "kültürcü" ideolojilerin zayıflamasıyla ilgili bir durumdu. Diğer yandan ataerkil katı iktidar yapılanmalarının altının nasıl boşaldığını, bu süreçte yeni aile yapılarının (çekirdek aile) nasıl geliştiğini gösteren Todd, gelişmenin sonucunda "Ümmet/uyruk, vatandaş oldu" diyor. Kadınların özgürleşmeye başlaması da gözardı edilmemeli elbette.
Türkiye'de neoliberal light-İslamcılığın, neoliberal dönemde yeni bir modernleşme dalgasının sesi haline gelmesi, anlaşılabilir bir durumdu. Ama yeni (sonradan) modernleşme, light-İslamcı kodeksi ve ideolojiyi aşmıştır; eski Ortadoğu totalitarizminin tekadamcı ataerkil çizgisine çekilmesi de -insan doğasına ters olduğundan- mümkün değildir.
Todd'un İslam coğrafyasındaki iktidar yapılarına dikkat çekerken, bunları ataerkil endogam (ve poligam) aile yapısıyla ilişkilendirmesi çok ilginç. Hanedanlıklara benzer -aile gibi- yapıların oluşturulup, küçük bir imtiyazlı zümre yaratılıp, tüm yönetimin ve ekonominin (bu temelde oluşturulmuş, yolsuzluğa imkan bulan) siyasi hanedanlıklara devredilmesi girişimi, tipik bir "Kadim Ortadoğu Muhafazakarlığı" tipolojisi olarak Türkiye'de de karşımıza çıkıyor. Ortadoğu'da hükümdar aile/parti üzerinden gerçekleştirilen ve Türkiye'de adına "biat kültürü" denen şeyin iktidar/güç formülünü Todd şu sözlerle özetliyor:
"Biatı ve itaati sağlayan güç, (tekadama) bağlılığın kriz korkusuyla ve siyasileştirilmiş ekonomiyle harmanlanmasına dayanıyor."