Kültürfizik sayfasına Dersim'den kısa notlar

Özellikle yeni okurların ilgi gösterdiği 'Kültürfizik' sayfasını uzun zamandır ihmal ettik...
Tunceli'deydik ve küçücük Tunceli'nin zengin kültür hayatı ve insanlarının demokrat, toleranslı ve kültürlü hali, ama ille de o eski usul Solculukları oldukça etkileyiciydi! Tunceli hakkında buraya birşeyler yazmak gerek. Dersim, sahiden de dört dağ içinde. Munzur nehrinin kenarındaki bu ilginç şehrin ahalisi, sorulunca kendini, önce 'Alevi' diye tanımlıyor ve Türkiye'de sadece burada insanlar birbirine haala 'Yoldaş' diye seslenip bağıra çağıra devrimi tartışıyor... Dersim Alevilerinin önemli bir bölümü, kendini Zaza diye tanımlarken, bir bölümü de 'Alevi Kürt'üz diyor. Onların içinde yeniden doğmakta olan bir de Ermeniler var. Onlar her aşiretin içinde varlar. En büyük sırlarını gizlemiyorlar artık. Sorulunca, "Bizim atalarımız Ermeni" diyorlar ama hepsi dört dörtlük Alevi. Ermeni kökenliler, Dersim'in özgürlükçü ve toleranslı halinden, Aleviliğinden memnunlar ve 'özüne dönüp' Hristiyan olmayı düşünen henüz yok gibi birşey.
Bu yıl oralarda fazla kar yağmamış. (Oraya herzaman yağdığı gibi yağmış olsaydı bizim için çok daha güzel olurdu!) Ovacık'ta anlattıklarına göre kışın kar dört metreyi aşarmış ve yılın yarısı boyunca aylarca yerde kalır, memurlar binalarına ikinci kattan pencereden girerlermiş. Karın üzerinde gidegele sert bir alan oluşturduklarını anlattılar. Yolun iki tarafındaki iki dükkan sahibinin bazen birbirini aylarca göremediği bir yer! Bunu cidden, ama tabii gülerek anlattılar. Şimdi güneşli ve karlı bir Ovacık çevresinde, yol kenarlarındaki birbuçuk metrelik tepelenmiş kara, "bu bi'şey değil ki" diyorlar ve mevsimlerin değişmesinden ürkerek bahsediyorlar. Yaklaşık beş yıldır iklimler şaşmış.
Munzur vadisi boyunca ilerlerken, Dersim isyanında kurşuna dizilenlerin kanının aktığı eski dere yatağını gördük. Dere o zaman kan akmış -şimdi kuru bir dere yatağından ibaret. Neredeyse 75 kilometrelik bu harika vadi, yazın kimbilir ne kadar güzeldir. Endemik bitkilerin yaşadığı yemyeşil çiçekli bir yer (Fotoraflar öyle). Şimdi karlı ve ağaçlar, çalılar yapraksız. Munzur, ilkbaharda çok deli akarmış, şimdi sakin. Bu dağları tutan küçük birliklerin, buradan kimseyi geçirtmeyebileceğini anlıyorsunuz. Vadi, tek yok. Oradan başka bir geçiş yok. Ve yamaçlarda keskin nişancıların mevzilendiği cennet vadiden kimse geçemez. Zaten öyleymiş! Tarih boyunca kimse girememiş... "Atatürk dışında buraya kimse giremedi" diyorlar.
Tunceli'de hangi dükkana, hangi eve gitseniz, üç resim asılı: Hz. Ali, Atatürk ve Yılmaz Güney.
Biz oradayken, Munzur üzerine yapılması planlanan barajlara karşı büyük gösteriler oldu. Selamlaştığımız bazı sanatçılar ve milletvekilleri de vardı. Çok güzel bir gece kulübüne gittim (onlar Cafe diyorlar, ama ben böyle diyeyim). Tabii güzelliği lüks olmasından değil samimiyetinden ve atmosferinden geliyor. Canlı müzik yapan genç iki üniversiteliden devrimci şarkılar dinledik. Genç kadın ve erkekler hem çaylarını içiyor hem tartışıyor hem okuyor hem şarkılara eşlik ediyor hem de halk dansları oynuyorlar. Müzisyen çocukla sohbet ettik, yüksek puanına rağmen özellikle Tunceli üniversitesini seçmiş. Tek şikayeti, Anadolu-rock yapabilmek için aradığı bas gitaristi heniz Tunceli'de bulamamış olması.
Beni en çok güldürüp eğlendiren, bizzat solcuların kendileri hakkında anlattığı anekdotlar oldu.
Mesela 1978'de 1 Mayıs kutlamasında, bir köprü üzerinde slogan atılacak ve aktif bir gösteri yapılacak, "bu gösteride polis de olmalı" deniyor. Şimdi burada absürd olan şu: Tunceli'de polis o zamanlarda sokakta bile zor geziyor, gösterilere saldırmaya cesaret edemiyor, gösterilere de polis gelmiyor. Ama kambersiz düğün olmaz deyip, gösterinin "gerçek gibi" olması için, devrimci "yoldaşlardan" birkaç kişiyi, polis rolü oynamakla görevlendiriyorlar... Hani "Antepin kurtuluşu" türünden bir gösteri olacak. Polisler saldırır gibi yapacak, devrimciler direnecek falan..
Aynen yapılıyor...
Ama birşeyi hesaplayamıyorlar...
Polis taklidi yapan gençler, polis gibi olaya müdahale edince, hayatlarının dayağını yiyorlar, karambolda çocukların dövülmesini kimse de engelleyemiyor, linçten zor kurtuluyorlar!..
Diğer anektod da aynı dönemden. Bir köyde devrimcilerin en hızlısı dört kişi, amca çocukları. İkisi Halkın Kurtuluşu'ndan, ikisi de Apocu. Köy kahvesine gelince, gene bir "ayrıntı"dan "tartışma" çıkıyor. Ayrıntı da şu: "Sizi, şehit yoldaşlarımızın anısına bir dakikalığına saygı duruşuna davet ediyorum diyor biri, minicik köy kahvesini dolduran dört kişi ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunuyor. yumruklar havada! Tam oturacaklar, bu sefer Apocular, "Bizim yoldaşlarımızın anısına da saygı duruşunda bulunmaya davet ediyorum diyor ayağa kalkıyor, Halkın Kurtuluşçularda hareket yok. "Kalksanıza kardeşim!" diyorlar. "Yok, biz onlar için kalkmayız" diyorlar. Haydaa tartışma!..
Sonra orada birbirlerine giriyorlar. Neyse gerginlik biraz durulunca, canları Okey oynamak istiyor. Ama iki kişi kırgın. Neyse, sırf Okey oynayabilmek için Halkın Kurtuluşu "resmen", "Diğer yoldaşlara saygı duruşu"na karar verip, saygı duruşunu beş dakikaya çıkarıyor. Ve Tuncelinin bir köyünde, bir sobanın harıl harıl yandığı bir köy kahvesinde, Okey oynayabilmek için bıyıklı dört genç, yumrukları havada beş dakika sap gibi dikiliyor!..
Şimdi buna yerlere yatıp güleceğim ama gülemiyorum -dikkatli dikkatli gülüyorum...
(-çünkü o tarihlerde ben de öyle dikilirdim beş dakika!..)
Ve bana o zamanların ardından yeniden ilk defa, masa altından İşçi-Köylü gazetesi verdiler...
(Ve TİKKO yaşıyor arkadaşlar!)
Bütün içtenliğimle söylüyorum: Tuncelileri çok sevdim!
İnsan kendini neredeyse zaman makinasıyla 1970'li yıllara dönmüş falan sanıyor! Yanınızda bağıra çağıra, devrimi tartışıyorlar, siz de çayınız elinizde şaşkınlıkla o eski sol klişeleri dinliyorsunuz. Ama nasıl samimi, nasıl iyi niyetli, nasıl sevimliler!
Pertek'te Keban baraj gölüne yaklaşırken karlı dağların ve masmavi gölün Güneş altındaki görüntüsü, ancak bir masal alemininde olabilecek kadar güzeldi. Gölün tam ortasındaki adalardan birinin üzerindeki eski kale, insanı her an küçük bir karavelle 13'üncü yüzyıla dönmeye özendiriyor. Pertek'te küçük feribotlar, otomobilleri gölün öbür yakasına taşıyor. Tunceli tarafından Elazığ tarafına geçiriyorlar -veya tersi. Ne zamandır mavinin bu kadar güzel tonlarını birarada görmemiştim. O mavi deryasının kıyısında, hemen feribotun yanıbaşında genç bir öğretmen koca bir kova balık tutmuştu ve balıkların arasında kocaman bir sazan da vardı.
Bölgedeki gizli Ermenilerin yaşamlarından ayrı bir yazıda bahsetmek gerekse de, Ovacık'ın başka bir köyünde, Akkoyunlu'lardan kalma olduğunu sandığım mezar taşları gördüm. Koyun şeklinde taş mezar taşlarının hepsinin üzerine kılıç ve çakmaklı tüfek işlemesi kazılmıştı. Aleviler, 1960'lı yıllardan beri böyle mezar taşı yapılmadığını söylüyorlar.
Dersim, 639 yılındaki Arap işgalinden sonra İstanbul ile Halifeler arasında kaldı. 1087 yılında Selçuklu hakimiyetinde sayıldı. 14'üncü Yüzyılda, bir Uygur devleti olan Eretna devleti ile Erzincan beylerinin çatışma alanı oldu. 14'inci Yüzyılda da Osmanlı Sultanı ile Ak Koyunlular burası için çatıştılar. Sultan Fatih, 1473'te resmen buranın hakimi olduysa da, Dersimliler her zaman kısmi bağımsızlıklarını korudular. Hep Elazığ'a bağlı bir yer sayılmalarına rağmen 1880'den itibaren sekiz yıl boyunca ilk kez vilayet oldular. Koçgiri ayaklanmasından sonra 1921'de, Erzincan ve Elazığ eyaletleri arasında pay edilen Tunceli, 1936'da yeniden vilayet olup adı 'Tunceli' diye değiştirildi. Ardından 1937 Dersim katliamı geldi. Yüz küsür yaşındaki bir kadın, bize o zaman gördüklerini anlattı. Yaşadığı evin yüz yıldır değiştirilmediğini söyleyebilirm. Onların evinde, eskiden insanların nasıl yaşadıklarının izini görmek mümkün. Çok iptidai ve zor bir hayat. Tek iyi tarafı, yedikleri herşeyi kendileri yetiştiriyor, üretiyorlar. Paraya gerek yok! Tunceli'de böyle yerler var. Hayvancılık yapıyorlar. Ve öyle yerlerde pırıl pırıl şen, akıllı ve kültürlü gençlerle karşılaşıyorsunuz.
Anadolu muazzam bir yer...
Tunceli'den Elazığ'a gelince çok şaşırıyorsunuz, çünkü Elazığ basbayağı bir metropol. Tunceli, Elazığ'ın bir mahallesi kadar. Yazın çiçekler açınca, gene gideceğiz -Munzur festivaline.
(Munzur gözelerinden, nehrin doğduğu yerden, oradaki köyün köy kahvesinden herkese selamlar.)