Çalışmaya Karşı Manifesto

Avrupalı arkadaşların kaleme aldığı, şimdiye dek İngilizce, Fransızca, Rusça, İspanyolca, Portekizce ve Farsça'ya çevrilen "Çalışmaya karşı Manifesto"yu Türkçe'ye çeviriyorum. Konu hakkında sizleri bilgilendirmek için, sadece birinci bölümünü buraya alıyorum.
(Manifestonun diğer bölümlerini, kitapçık olarak yayımlandıktan sonra okuyabilirsiniz!..)

1. Ölü işin hükümdarlığı

Topluma bir ceset hükmediyor -'Ücretli iş'in cesedi. Dünyanın dört bir yanındaki bütün güçler, bu hükümdarlığı savunmak için birleşmişler: Papa ve Dünya Bankası, Tony Blair ve Jörg Haider, sendikalar ve işverenler, Alman çevrecileri ve Fransız sosyalistleri. Hepsinin anladığı tek slogan: İş, iş, iş!

Düşünmeyi henüz unutmamış olanlar, bu tavrın ne kadar temelsiz olduğunu kolayca anlarlar. Çünkü ücretli iş'in hükmü altındaki toplum, geçici bir kriz yaşamıyor, kendinin en son kesin sınırlarına dayanıyor. Katma değer üretimi, mikroelektronik devrim sonucunda, işgücü kullanımı çarkından çıktı -hem de, şurada birkaç onyıl öncesine kadar sadece bilim-kurgu tarafından hayal edilebilcek ölçülerde. Bu sürecin duracağı hatta tersine dönebileceğini artık hiçkimse cidden iddia edemez. 21'inci yüzyılda işgücü adlı metanın satışını artırması ihtimali ne kadar yüksekse, 20'inci Yüzyılda atlı posta arabası adlı ürünün satış grafiğinin yükselmesi ihtimali de o kadar yüksekti. Ama bu toplumda kendi iş gücünü satamayan kişi “lüzumsuz” sayılıyor ve sosyal çöplüğe atılıyor.

Çalışmayan, yemek de yemesin! Bu utanmaz alaycı ilke hala geçerli -ve anlamını umutuzca yitirdiği için, her zamankinden daha geçerli. Absürd olan şu: Tam da ücretli işin gereksiz hale getirildiği bir zamanda toplum, asla bu kadar yoğun bir iş toplumu olmamıştı. 'Ücretli iş'in, tam da ölüm döşeğinde, yanında ikinci bir Tanrıya tahammül edemeyen totaliter bir güç olduğu anlaşıldı. İş, günlük hayatın ve ruhun en ince kılcal damarına kadar, düşünceyi ve düşünceye göre hareketi belirliyor. İş putunun hayat süresini suni bir şekilde uzatabilmek için hiçbir masraftan kaçınılmıyor. O paranoyak “Meşguliyet” çığlığı, bilinen en uzun süreli doğal kaynaklar tahribatını adeta özendiren geçerli neden oluyor. Birkaç sefil “açık iş poziyonu” ihtimali için, toplumun bütünüyle komersiyel hale getirilmesinin önündeki son engellerin de eleştirilmeden ortadan kaldırılmasına izin verilmeliymiş! Ve 'Hiç işi olmamaktansa her hangi bir işi olmak iyidir' cümlesi, herkesten inanarak söylemesi beklenen bir kelime-i şahadet cümlesi haline geldi.

İş toplumunun tartışmasız sonuna gelindiğinin anlaşılamaması imkansızlaştıkça, iş toplumunun sonu da o ölçüde toplumsal bilinç altına itiliyor. Duyguların bastırılması için kullanılan metodlar ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, ortak bir paydaya sahipler: 'Ücretli iş'in, dünya çapında bir gerçek olarak kendi kendinin irrasyonal varlık amacı haline geldiğinin ortaya çıkması, kendini işlemez hale getirmesi; bir takıntı sisteminin inadıyla bireylerin, kurumların veya iş bölgelerinin, kişisel veya kollektif başarısızlığı olarak yeniden tarif ediliyor. İş'in objektif son sınırı, sistemdışı kalanların kişisel sorunuymuş gibi görünmeliymiş!

Bazıları için işsizlik; aşırı taleplerin/isteklerin, üretici-çalışmaya hazır olmamanın ve buna ayak uyduramamanın bir sonucu. Bazıları da “kendi” firma yöneticilerini ve politikacılarını kabiliyetsizlikle suçluyor; rüşvetçilikle, aşırı kazanma hırsına sahip olmakla ve firmaların merkezlerini başka ülkelere/bölgelere taşımakla suçluyor. Ve sonunda hepsi, Almanya'nın eski Cumhurbaşkanı Roman Herzog ile aynı fikirde buluşur: Bütün ülkede şöyle bir “işe asılmak”, omuz vermek gerklidir. Sanki konu, bir futbol takımının veya siyasi bir tekkenin motivasyon sorunudur. Hepsi de “bir şekilde” var güçleriyle, çoktan işlemez olmuş o makine kayışlarına koparırcasına asılmalı, artık girişecek bir iş olmasa da (veya sadece saçma sapan işler bulunsa da) “bir şekilde” var güçleriyle işe girişmelidirler. Bu Kutsuz Tebliğin sözümona metni de, kuşkuya mahal vermeyecek şekildedir: Herşeye rağmen iş-putunun inayetine sığınmayanlar, kendi etmiş kendi bulmuşlar demektir ve böyleleri, iç rahatlığıyla devreden çıkarılabilirler veya defedilebilirler.

İnsan kurban etmenin aynı yasası, dünya çapında geçerli. Ülkeler birbiri ardından iktisadi totalitarizmin dişlileri arasında ezilip parçalanıyorlar ve bununla daima bir tek şeyi kanıtlıyorlar sadece: Piyasa yasaları denen şey içinde tükenildiğini. Kim kayıplara kulak asmadan, kayıtsız şartsız bütüncül kör bir rekabetin gidişatına “uyum” sağlamazsa, karlılık/yararcılık mantığı tarafından cezalandırılacaktır. Bugünün umut vaad edenleri, yarının iktisadi ıskartası/çöpüdür. Hakim ekonomi Psikozunun etkisindekiler, çarpık dünya tariflerinin en ufak bir şekilde sarsılmasına izin vermiyorlar. Dünya nüfusunun dörtte üçü, az ya da çok sosyal çöp ilan edilmiş bulunuyor. Ekonomi “bölgeleri” birbiri ardına çöküyor. İflasları oynayan “Gelişmekte olan ülkeler”in ardından ve dünya iş toplumunun doğudaki devlet kapitalisti kompartımanının ardından, piyasa ekonomisinin Güneydoğu-Asya'daki örnek talebeleri de çöküş fırtınasında kayboldular. Avrupa'da da sosyal panik, çoktan yayılmaya başladı. Hüzünlü görünümleriyle siyasetin ve firma yönetimlerinin şovalyeleri, iş putunun adına, Haçlı Seferlerini daha da büyük bir inatla sürdürüyorlar.

Herkes kendi işiyle/çalışarak yaşayabilmeli sözü, konulmuş temel ilkenin adıdır. Buna göre, yaşayabilmek denen şey, iş şartı ile mümkündür ve bu şartın yerine getirilmemiş olması gibi bir hak bulunmamaktadır.

(Johann Gottlieb Fichte, Bilim öğretisi prensiplerine göre doğa hakkının temel ilkeleri, 1797)