Kahramanlığın dünü bugünü yarını





IMF
'yi kınamak için gösteri yapan öğrencilerin dağıldığına inanamayan polis, onların paşa paşa kaldırımdan yürümelerinden bile kuşkulanmış. 68'liler ve 78'liler, bu kadar uysal değillerdi. Dolmabahçe Sarayı'nın önüne gelen gençler bildirilerini okuyup olaysızca dağıldılar. Ne o? Dünya finans/faiz kurmaylarına karşı azıcık kahramanlık yapmak da mı günah “Müslüman” Türkiye'de?


Kahraman, başkaları için, kendini tehlikeye atarak iyi şeyler yapan kişidir. Bu anlamda kahramanlık,kamusal bir kavramdır. Eski kahramanların mitolojilerdeki ilk örnekleri, olağanüstü işler başaran olağanüstü insanlardı. Masallardaki kahramanlar da böyledir. Halkın kahramanlara duyduğu sevgiyi, potansiyel bir kaynak olarak sürekli yeniden ürettiği, çocuklarına sürekli yeniden aşıladığı anlatılardır masallar. Masallar güzeldir çünkü olağanüstünün olağan sayıldığı, kahramanlığın zafer kazandığı ve masumiyetin ölmediği, hatta dünyaya hakim olduğu bir atmosferi yansıtırlar. İyiliğin ve güzelliğin tüm gücüyle hüküm sürdüğü bir dünyadır masal dünyası. İnsan ruhunun daha çocuktan doğru bir şekilde işlenmesi ve insani/yüksek değerleri içselleştirebilmesi için gerekli arkaplan, önce masallarla (ve tabii müzikle) oluşur. Kahraman olabilmek için önce, o iyi/güzel değerlere şaşmaz bir şekilde inanmak gerekir. İlk kahramanlar bu yüzden Tanrısallıkla bağlantısı olan kişilerdir. Ve o ilk büyük kahraman tipinin son örnekleri Peygamberlerdir. Kuşkusuz daha sonra da büyük kahramanlar olmuştur, ama sonrakiler, ilk kahramanlardan çok daha dünyevidirler.

İlk kahramanlar köyleri, halkları, kişileri, insanın ruhunu kurtarırlardı. Bu konuda insanlar arasında pek de fark gözetmezlerdi. Mesela Sarı Saltık da Balkanlar'da Hristiyan halkı, onlara tebelleş olan bir canavardan kurtarır. Saltukname, kurtulanların da bu kahramanlık karşısında Müslümanlığı kabul ettiğini yazar. Eski kahramanlar, kapitalizmin milliyetçilikler devrine kadar böyledirler. Ayrım yapmadan herkesin yardımına koşan ve hayatı pahasına başkalarının zor zamanında yetişen kişiler..

Kahramanlar, milliyetçilikler devrinde şekil değiştirerek, 'Milli Kahraman' halini aldılar. Gene kurtarıcı özelliğine sahiplerdi, ama 'Milli Dava'lar çerçevesinde yorumlandılar. Bu aşamada kahramanlığın “demokrat”laşmaya başladığını da görüyoruz. Eskiden kahramanlar üstün özelliklere, meziyetlere, yüksek kalitelere sahipti. Oysa yeni milli kahramanların, cephede “düşman”a karşı savaşırken ölmesi kahraman olmalarına yetiyordu. Nitekim kahramanlar için dikilen heykel ve anıtların, kapitalistleşmeyle başlayan milliyetçilikler çağında, ünlü/büyük şahsiyetlerden, askerlere doğru genişlediğini ve orada bittiğini biliyoruz. En son şehit askerlerin anıtları dikildi -Anıt devri, Mahirlere, Denizlere kadar genişleyemedi. Gençliğin Solcu yeni kahramanları, nihayet, "yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesi ve sosyalizm" için hayatlarını feda etmişlerdi, bunu halk için yaptılar. Son büyük halk kahramanları onlardı. Anıtlar devri, kahramanlar devriyle birlikte sona erdi -ve bunun farkına pek varılmadı! (Şimdi herkes çok meşgul! Para peşinde koşmaktan yaşamaya ve etrafına bakmaya zamanı yok!)

Elbette milliyetçilikler devrinin milli askerleri de sahici kahramanlardır. Askerler ülkeleri için canlarını vermişlerdir ama bundan birkaç yüzyıl önce aynı şekilde ölselerdi bu sadece “normal” sayılacaktı. Şimdi, eskiden normal sayılan bir şeyin taltif edilmesini gerektiren yeni şartlar var. İnsanların “eşitlik, demokrasi” şartları altında (bunların ne olduğunu da herkes kendine yontarak yorumlayabiliyor) iyiden iyiye “Çağdaş ve de Modern Birey” olması -yeni bir durumdur. Bu insan türünün bugünkü varyasyonu, kahraman olmak falan istemiyor. Sadece tüketmek, zevklenmek, alıştığı işine gidip gelmek vs. ile ilgileniyor. Devlet/millet de onu -aslında- pek ilgilendirmiyor. Devletten ziyade milli devletler ötesi firmaların, para ilişkilerinin ve tüketim odaklı global kapitalist yaşam biçiminin hakim olduğu bir dünya bu.

Kahramanlığı sürekli yeniden üreten eski değerler, mesela masallar, çocuklara pek anlatılmıyor artık. Eskiyle kıyaslandığında ninesinin dizinin dibinde masal dinleyerek büyüyen çocuk sayısı maalesef yok denecek kadar az. Çocuklar televizyonla büyü(tülü)yor. Anne-babalar sabırsız. Çocuğa önce emziği sonra televizyonu dayayıp, onunla uğraşmaktan kurtulmak istiyorlar. Sabır ve iyilik, eski insanların en önemli erdemlerinden, meziyetlerindendi. İnsanların birbirine ayıracak zamanları herzaman vardı -ve o zamanlar kimse bu kadar “Ben” değildi. Şimdi, cebi para gören herkes önemli sayıldığından ve buradan “Birey” denen birşey doğduğundan, kahramanlar da azaldı veya belli dar normlara sıkıştırıldı.

Günümüz dünyasında kahraman olabilmek/sayılabilmek için insanın hayatını mutlaka tehlikeye atması gerekmiyor. Mesela özel uçağını vererek, bir hastanın organ transplantasyonunun zamanında yapılmasını sağlayan bir iş adamı kahraman sayılabiliyor. Veya Somali'deki aç çocuklara para toplamak da kahramanlık sayılabiliyor. Trend, kendinin ve başkasının hayatını -ne için olursa olsun- asla tehlikeye atmamak. Sistemin merkez ülkelerinde kaza/yardım durumlarında insanlar, “kahramanlık yapmamaları” konusunda uyarılıyorlar. Bu nedenle kazazedelerin paşa paşa ölmeyi veya ambulans beklemesi “normal” sayılıyor. Kahramanlığın henüz yeterince “demokrat”laşmadığı, bireyselleşmenin sağlam dikiş tutturamadığı Türkiye gibi ülkelerde ise, kahramanlar çok daha fazla. İnsanlar kendilerini -gerektiğini hissettiklerinde- daha kolay, başkaları için tehlikeye atabiliyorlar. Bu insani meziyet, şimdi artık çok önemli.

Kahramanlığın nasıl bitebildiği ve bunun sonucunun ne olduğuna en “canlı” örnek, galiba 1964 yılının Amerika'sında New York'ta yaşanan bir olay. 38 komşusunun gözleri önünde bir kadın ödürülüyor ve olaya tanık olan bir tek kişi bile kadına yardım etmiyor, üstelik polise de telefon etmiyorlar. Modern kapitalist “Birey”in vardığı yer burası. Kapitalist “özgürleşme”nin “bireyleşme”nin bir de böyle bir yanı var. İnsanı “canı tatlı”, “özel!” ve “Ben var ya Ben!..” yapıyor.

Başkaları için hayatını tehlikeye atmak bir yana, rahatını bile bozmak istemeyen bir yumuşakça türü, bir hominid oluştu. Sisteme özgü bu tip insanların Türkiye'de (ve diğer “az gelişmiş” ülkelerde) başka bir türü daha var ki, bunlar hominid'lerden de beter. Bu tipler hayatlarında en ufak bir riske girmemiş, okullardan sonra babaları/torpilleri/partileri sayesinde iş sahibi olmuş, hatta karılarını bile tanıdıkları aracılığıyla bul(dur)muş, markacı, tüketici, ama ille de Batılı/Avrupalı, dünya vatandaşı falan sayılmak isteyen tipler. Bunlara Türkiye'de bir de İslamcı versiyonları katıldı. Onlar da “kendi islami hayatını yaşayan (?) Modern dünya vatandaşı” olma havasındalar. Yani tavşanın suyunun suyu. Çoğu, Üniversiteden sonra doğru dürüst roman bile okumamış (İslamcılar çok daha fazla okuyor), ama dört yıl okudukları okul kitaplarıyla ve kırık İngilizceleriyle allame olduklarını sanıyorlar. Bunların İslamlı ve İslamsız türü, -her ikisi de “Çok çağdaş” sayılmak istiyor. Çünkü ambalajları öyle. Ayrıca turist olarak her yere gidip dünyaya aval aval bakabiliyorlar. (On yıl kadar önce beni şok eden bu tip bir Türk “Modern Birey”i, bana siteleri, gökdelenleri falan gösterip şöyle demişti: “Bir de bizi Avrupa'ya almıyorlar...” O gökdelenlerden Kenya'da da var! Kenyalıları da Avrupa'ya almıyorlar. Hem sen önce bi' Türk ol bakalım.)

New York'daki olay örneğine dönersek; sosyo-psikolog John Darley, bu tip olaylarda tanık sayısının çokluğunu, kurbanın dezavantajı sayıyor, ama asıl konuya hiç girmiyor (Die Zeit gazetesi 24.9.09). Konu, -kahramanlık bir yana- insanların nasıl bu kadar “rahat” (yani vicdansız) olabildiğiyle ilgili.

Sistemin bu orta tabakası, anlık/dönemsel rahatları için şimdi, 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın' mantığıyla korku içinde, ekonomik durumun düzeldiğinin müjdelenmesini bekliyor (-tabii o, her düşüşten sonra defalarca müjdelenecektir!) “Finans krizi bitsin de ele güne rezil olmadan işimize devam edelim” diye düşünüyorlar. (Vesileyle hem yılana sarılmış oluyorlar hem de “elalemin ne dediği”ne... O elalem, sizin hakkınızdaki fikrini sizin maddi durumunuza endekslediyse, gerçekte size hiçbir zaman dost olmamıştır zaten!)

Herkesin kendine “Müslüman” olduğu “Birey” adacıkları atmosferinden kahraman çıkmaz. Oysa şimdi, kahramanlara eskisinden çok daha fazla ihtiyaç var. Dünya muazzam bir dönüşüm dönemine girdi ve dönüşüm, bugünün kahraman üretmeyen yumuşakçalarının keyfiyle yapılabilecek gibi bir şey hiç değil. Bir halkın en korkunç duruma düştüğü zamanlar, kahramanların azaldığı ve kendi rahatı için her herzeyi yiyebilecek samimiyetsiz korkak “Birey”lerin çoğaldığı zamanlardır. Günümüzde bir diğer kötü durum da, yakın zamana dek alışıldık (mesela 'Milli') çerçeve dahilinde savaşmış madalyalı resmi kahramanların özellikle küçümsenmesi ve aşağılanmasıdır.

Günümüzde, neoliberalizmin milli devlet düşmanı yaklaşımlarını Sol diye satmaya kalkan, (neo) Liberal Üçüncü Dünya aydınları, nedense kraldan çok kralcı, kapitalistten çok kapitalistçiler. Üstelik bunu açıktan dağil, sinsice yapıyorlar. Daha “ilginç” olanı da, neoliberal statükoya ve iktidara sırtını dayayıp, milli/madalyalı kahramanlara haksızca saldırarak demokrasi “kahramanlığı” taslanabileceklerini sanmaları!.. Bu bir tür, 'Herkesi kör alemi sersem sanmak' olayıdır. Böyle durumlarda evrensel normlar/değerler mutlaka devreye girer. Çünkü para ve ahlaksızlık gibi, evrensel değerler de globalleşmiştir artık. Mesela bir Avrupalı oturup bir rapor yazar ve sahte “demokrasi kahramanları”nın ipliğini dünya pazarına çıkarıverir. Ulus/milli devletlerin kahramanlarını -bugünkü olağanüstü şartlar altında, kulislerde olmayacak ihtimaller konuşulurken- ne Avrupa'da ne de başka bir yerde kimselere yedirmezler.

Neoliberal dönemlerde kahramanlığın alabildiğine küçümsendiği malum. Çünkü kahramanlık, devletler ötesi neoliberalizmin düşmanı olan ulus/milli devletlerin patronajındadır bugün de. Bunun günlük “teorisi”ni yapmak da, kahramanlarla dalga geçmek de kahramanlığı küçümseyen koyun ruhlu neoliberalizm için çok normaldir. Çünkü kendi aklı olmayan Üçüncü Dünya koyunları, başlarındaki 'merkez ülke koyunları'nın aklına çok güvendikleri için onların peşinden uçurumdan da atlarlar. Hatta atlamayanları eleştirirler. Koyunluk bunu gerektirir!

Şu anın dünyasında bir halkın kahramanlık ruhuna saldırmak, asla ve kat'a bağışlanamayacak sosyo-psikolojik bir suçtur.