Nuray Mert / 'Hayali' Kimlikler


‘Hayali’ teriminin bu türden kullanımı, ulus-devlet kavramının eleştirisinin yükseldiği dönemde, milliyetçilik tarifi olarak (B. Anderson) popülerleşti. ‘Kimlik’ terimi de, aynı dönemde siyasal dilde yerleşti. Ancak, her tarihsel dönüşüm sürecinde olduğu gibi, bu kez de, aşınmış kavramlar, kategoriler ‘batıl’, yeni tanıştıklarımız ‘gerçek’, ‘doğal’ gibi algılanmaya başladı.

Oysa, hiçbir toplumsal/siyasal kavram veya kategori kendi başına bir şeyi tanımlamaz, bir gerçeğe tekabül etmez, toplumsal-siyasal süreçler içinde oluşur/oluşturulur. Milletler, milliyetçiliklerin sandığı veya iddia ettiği gibi tarihin başından beri var değil. Kuşkusuz durduk yerde, yoktan icat edilmiş de değillerdi ve tarihsel süreç içinde birçok etkenin bileşkesi olarak sahneye çıkmışlardı. Yine tarihsel süreç içinde, toplumu ve siyaseti tanımlama ve tanzim etme kabiliyetleri aşındı, bu noktada yeni tanımlar, kavramlar, kategoriler devreye girdi. Bu anlamda, bu tanım ve kategoriler de, en az ‘millet’ ve milliyetçilik kadar hayali, ama yine en az onlar kadar, yeni toplumsal-siyasal gerçeklere tekabül ediyorlar.

‘Kimlik siyasetleri’ bizde, en önce ve en çok Kürt meselesiyle ilgili olarak gündeme geliyor. Kürt meselesinin geçmişi, kimliklerin siyasal kategoriler olarak sahne almasının öncesine gidiyor. Kürtler, Osmanlı Devleti’nin çözülüş sürecinde diğer birçokları gibi kendi uluslarını inşa etmediler veya edemediler. Türklük temelinde inşa edilen ulus-devlet kurgusunun içinde, baskılanan bir unsur olarak, siyasallaşma sürecine girdiler. Geldiğimiz noktada, siyasallaşmaları, gecikmiş bir milliyetçilikle mi, yoksa yeni siyasallaşma
biçimleri çerçevesinde, bir kimlik tanımı çerçevesinde mi şekilleniyor belli değil.

Toplumsal/kültürel kimlikleri ‘doğal’ ketegoriler olarak algılama eğiliminde olanlar, ‘Kürt kimliğini tanıyalım, sorun bitsin’ derken, aslında kimliklerin de ‘hayali kategoriler’ olduğu hususunu görmezden geliyorlar. Tekrar edeyim, ‘hayali’ derken, ‘bunlar boş hayal’ veya ‘hayal peşinde koşmasınlar’ anlamında söylemiyorum elbette. Kimliklerin kurgusallığından söz ediyorum. Toplumsal/siyasal kurgular, bir yandan, toplumsal hayatın baskılanan alanlarında biriken tepkilerden yola çıkar, diğer yandan da, bu tepkileri belli hak ve özgürlükleri hedefleyen taleplere dönüştürür. Baskının tanımı da, taleplerin tasnifi de, siyasal olarak kurgulanan şeylerdir.

Siyasal tartışma yapabilmek için, önce toplumsal-siyasal kavramlara kendiliğinden yetişen ve doğal seyrine bırakılmaktan başka bir ihtiyacı olmayan nebat muamelesi yapmaktan vazgeçmek gerekir. Ne Türk milleti, ne onun bölünmezliği, ne mevcut devlet kurgusu, kerameti kendinden menkul, ezel ve ebed olmadığı gibi, Kürt kimliği de, sadece tanınmayı bekleyen bir ‘gerçek’ değildir. Mesele, taraf olarak gördüğümüz iki farklı kurgunun karşı karşıya gelmesidir. Diğer taraftan, bu kurgular ortak bir yeni kurguda uzlaşacak şekilde bir seyir içine de girebilir, uzlaşamayacak tanım ve tanzimlerde ısrar da edebilir. ‘Korkacak ne var, toplumsal süreçleri doğal seyrine bırakın yeter’ demek kadar saçma bir şey olamaz. Toplumsal-siyasal süreçlerin seyrini korkulacak bir istikâmette gitmeyecek şekilde tanzim etmenin yolunu bulmak, aksi takdirde olacaklardan hakkıyla korkmak gerekir.


Son olarak, unutmayalım, tarihsel/toplumsal süreçler açısından çatışma esas, uzlaşma-uyum (olumlu manada) zorlamadır. Kolayına kaçmamak için bu sıradan gerçeği hatırlamakta fayda var.


RADIKAL, 16.10.2008